Dile getirilmemiş ama aslında çoğu sol/devrimci hareketin aklındaki sorudur bu. Yine açıkça ifade edilmemiş olsa da verdikleri yanıt, kısaca şöyledir: Basitten karmaşığa doğru gidilmelidir. Bu basit çıkarımdan anladıkları şöyle ifade edilebilir: Önce reformlar için mücadele edilmeli. Bu mücadele “büyütülmeli” ve böyle böyle giderek devrime/sosyalizme varılmalı.
Şüphesiz bu düşünce silsilesi, bu anlayışa sahip sosyal reformist ve onların ikiz kardeşleri olan oportünist siyasal hareketler tarafından açıkça dile getirilmiş değil. Açıkça dile getirilmiş olsaydı bunların ipliğini pazara çıkarmak, teşhir etmek çok daha kolay olurdu. Açıkça dile getirmedikleri bu mantıklarını, bu düşünce silsilesini izledikleri güncel politikalardan, “asgari program” dedikleri reformlar için mücadeleyi programlaştırmalarından görüp anlayabiliyoruz. Ya da devrim için mücadeleyi “stratejik hedef” olarak niteleyip “taktik hedef” olarak reformlar için mücadeleyi öne çıkarmalarından da aynı sonuca ulaşabiliyoruz.
Sondan başlayalım ve çoğunun ağızda sakız gibi çiğneyip durdukları şu “asgari program” ya da “taktik hedef”ten Lenin'in ne anladığına bakalım.
Lenin, oportünizme meyil göstermeye başlayan Avrupa “sosyal demokratları”nı, yani zamanın komünistlerini uyarı ile karışık eleştirirken;
“...asgari sosyal demokrat programın 'milis' ya da 'halkın silahlanması' konusundaki eski maddesinin yerine, 'silahsızlanma' başlıklı yeni bir maddenin geçirilmesini öneren sesler duyuluyor.” diyor ve biraz daha ilerde şöyle devam ediyor:
“Oysa bizim sloganımız, burjuvaziyi yenebilmek, mülksüzleştirebilmek ve silahsızlandırabilmek için proletaryanın silahlanması olmalıdır. Devrimci bir sınıf için olanaklı tek taktik, kapitalist militarizmin tüm nesnel gelişmesinden doğan ve bu gelişmenin zorunlu bir duruma getirdiği taktik, işte budur.”
Buradan hemen çıkarılabilecek iki önemli sonuç var. Birincisi, “asgari program” denilen şey, bunu dillerine pelesenk etmiş sosyal reformist ve oportünist siyasal hareketlerin işçi sınıfına yutturmaya çalıştıkları gibi, bir reformlar manzumesi, reformlar uğruna bir mücadele programı değil. Komünistler, hiçbir zaman reformlar uğruna mücadeleyi programlaştırmazlar, reformlar uğruna mücadeleyi başlı başına -ister taktik kavramıyla süsleyin ister başka bir kılıf uydurun- bir mücadele amacı haline getirmezler.
Devrimci komünist bir parti, reformlara bir mücadele hedefi ya da amacı olarak değil, devrim mücadelesinin bir yan ürünü olarak yaklaşır; bu şekilde ele alır. Bunun basit, hemen anlaşılır açıklaması, devrim hedefiyle yürütülecek mücadele, gelişmenin belli bir aşamasında sermaye sınıfını tavizler vermeye, yani reformlar yapmaya zorlarsa, devrimci proletarya bunu büyük alacağının ilk taksiti olarak kabul eder, cebine koyar ve kaldığı yerden, cebine koyduğu tavizlere, yani reformlara kanmadan iktidarın fethi için, yoluna devam eder.
“...reformlar proletaryanın devrimci sınıf savaşımının bir yan ürününü oluşturuyor. Tüm kapitalist dünya için bu ilişki, proletaryanın devrimci taktiğinin temelini, II. Enternasyonalin satılık önderleri ile İki-buçukucuncu Enternasyonalin yarı bilgiç, yarı-özentili kahraman taslaklarının saptırıp silikleştirdikleri abeceyi oluşturuyor.” (Altının.....İşlevi Üzerine başlıklı makale).
Öyleyse, eğer mutlaka ayrı bir asgari program olacaksa bile, bu program, proletaryanın silahlanmasını, buna karşılık burjuvazinin silahsızlandırılmasını, mülksüzleştirilmesini, yenilmesini içeren bir program olmalıdır. Burjuvazinin neden silahsızlandırılması gerektiği üzerinde durmaya gerek yok. Ama burjuvazinin silahsızlandırılmasının ne anlama geldiğini sosyal reformistlere ve oportünistlere bir iki cümleyle açıklamakta yarar var. Burjuvazinin silahsızlandırılması demek, başta ordu, polis, istihbarat örgütü olmak üzere, resmi, gayri-resmi tüm militarist yapı ve güçlerinin dağıtılmasıdır. Bunları yapmadan burjuvazinin silahsızlandırılmasından söz edilemez.
Bu kadar açıklamadan sonra ikinci noktaya gelebiliriz. Sosyal reformistler ve onların ayak izlerine basa basa yol alan oportünistler, sıkıştıkları her yerde “bu bizim taktik politikamız” palavrasıyla politikalarının reformcu içeriğini gizlemeye çalışırlar. Ama Lenin'den bir kez daha görmüş oluyoruz ki, “taktik” kavramı, burjuvazinin yenileceği, mülksüzleştirileceği, silahsızlandırılacağı bir mücadele sürecini ifade eder; onu anlatır. Üstelik Lenin bunu, yani burjuvazinin silahsızlandırılmasını -artık buna kısaca burjuva devletin bir devrimle dağıtılması diyebiliriz- “devrimci sınıf için olanaklı tek taktik, kapitalist militarizmin tüm nesnel gelişmesinden doğan ve bu gelişmenin zorunlu duruma getirdiği taktik” olarak kabul eder.
Şimdi yazımızın başlığındaki sorunun yanıtına gelebiliriz. İşe nereden başlamalı? Bu sorunun yanıtı için komünist teorinin kurucularına kadar gitmeye gerek yok aslında. Deniz Gezmiş, tutsak düştüğünde burjuvazinin temsilcilerine söylediği “devrim yapmaktan geliyorum” sözüyle ya da Mahir Çayan, “devrim için savaşmayana sosyalist denmez” sözüyle bu sorunun yanıtını uzun yıllar önce vermişlerdi. Devrimcinin görevi reformlar için değil; devrim, iktidarın fethi, burjuvazinin yenilgisi ve mülksüzleştirilmesi için savaşmaktır. Sosyal reformistin görevi, adı üzerinde, reformlar için “savaşmak”tır. “Taktik” kavramı kılıfıyla sosyal reformistlerin ayak izlerine basa basa ilerlemeye çalışan oportünist siyasal hareketlere bu noktayı bir kez daha hatırlatmakta yarar var.