Bakmayın siz şimdi, kimi tosuncukların polisin, devletin arkalarında olduğunu bilmenin güveniyle “kefen” giyip medyaya poz vermelerine. Bunlar, öteki dünyaya, gökyüzündeki atalarının yanına yolculuğun, ölümün ucunu şöyle ufaktan bir görsünler, topukları kıçlarına değecek şekilde kaçarlar. Tıpkı Şener Şen'in bir filmdeki meşhur kaçış sahnesi gibi.
Sadece tosuncuklar değil elbet. Tekmili birden böyledir. Binlerce kişilik koruma ordusunu arkasına aldıktan sonra, “biz bu yola kefenimizi giyerek çıktık” diyenlerin palavraları kimseyi aldatmamalı. Bırakın “davaları” için ölümü göze almalarını, koruma ordularında sayı azaltmayı bile göze alamazlar.
Biz bu tosuncukları ve hem o zamanki, hem de güncel şeflerinin ne menem bir şey olduklarını 1970'li yıllardan bu yana iyi biliyoruz. Bunlar, vahşi katliamlar yapmaktan kaçınmazlar. Ancak, Maraş, Çorum, Sivas ve daha nice canice katliamları kendilerini çok güvende, arkalarında faşist devletin koruyucu varlığını hissettiklerinde, başlarına en ufak bir şey gelmeyeceğinden emin olduklarında yaparlar. Ama devrimci güçlerle yüz yüze, karşı karşıya geldiklerinde yalvar yakar olurlar.
Afganistan'da “Taliban” denen katiller sürüsünün iktidara el koyması sonrası ortaya çıkan manzaralar sadece bizdeki değil, dünyanın dört bir yanındaki burjuvaların aynı korkak karakterde olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlattı bize.
“Taliban”ın Afganistan başkenti Kabil'e girip iktidarı ele geçireceği anlaşılınca Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi de değil, çanta taşıyıcısı, Afganistan Cumhurbaşkanı kılığındaki Eşref Gani arkasına bakmadan, kendisiyle birlikte hareket eden herkesi “Taliban”ın kucağına bırakarak kaçtı. Kaçarken çaldığı paralar helikoptere sığmayınca bavul bavul banknotlar pistte kalmış. Sadece Eşref Gani değil işbirlikçi iktidarın tümü, birbirini ezerek uçaklara binip kaçmışlar. Afganistan Merkez Bankası Başkanlığını yapmış bir işbirlikçi, kaçış sahnesini şöyle anlatıyor:
“Böyle bitmemeliydi. Kimseyi bilgilendirmeden ülkeyi terk etmeye çalışan Afgan yetkilileri havalimanında görmek iğrençti. Bir geçiş planı olmadan ülkeden giden Cumhurbaşkanını affetmeyeceğim”
Bu sahnenin detayları var elbette. İtiş kakış uçağa binmeye çalışma, pistte kalanın canı çıksın misali birbirinin üzerinden atlamalar vb vb. Ama emperyalistlerle işbirliği yapmış olanların güç dengeleri değiştiğinde sahipleri; yıllarca hizmet ettikleri devletler, hükümetler tarafından nasıl terk edildiklerini, nasıl bir can korkusuna kapıldıklarını görmek için bu kadarı yeter de artar bile.
Emperyalistler, köpeklerini uçağa bindirip Eşref Gani'yi ölümün kucağına bırakıyor. Eşref Gani, kaptığı helikopterle sırra kadem basarken dolu dolu paracıklarını yüklüyor, yükleyemediklerini pistte, hükümetin diğer üyeleriyle birlikte kafa kesen “Taliban”ın merhametine terk ediyor. Hükümet üyeleri, korku ve panikle, her şeyi geride bırakıp herkesten önce havaalanına koşuyorlar. Amerikalılar “önce köpeklerimiz” diyor, sadık işbirlikçilerini uçağa almıyorlar. Düne kadar günün kudretli bürokratları ağlamaklı vaziyette, şaşkın ve zavallı durumda...
Okur, bir bunlara, burjuva sınıfa, bu sınıfın hizmetkarlarına baksın, bir de, örneğin 1973'te Şili'de kendisini öldürmeye gelen faşistleri Salvador Allende'nin nasıl karşıladığına... Şüphesiz Salvador Allende büyük ölçüde kendi sosyal reformist siyasal düşüncelerinin kurbanı olmuştur. Ancak, şimdilik konumuz bu değil. Allende, yanlış, doğru bulmadığımız siyasal görüşlere de sahip olsa, işçi sınıfından, emekçilerden, yoksul kitlelerden yana biri olarak, düşmanını yiğitçe karşılamayı bilmiştir.
Proletarya adına burjuvaziye karşı savaşırken ölümü kahramanca karşılayanların örnekleri çok; saymakla bitmez. Sonuçta, kahramanlık, davası ve inancı uğruna ölümü yiğitçe karşılama erdemi, burjuvaziye değil, proletaryaya aittir. Burjuvazi ve onun istinasız tüm uşakları, dincisinden liberaline, faşistinden “muhafazakar”ına kadar böyle yüksek erdemlerden yoksunlar. Kahramanlık hasleti, ölen, çöken bir toplumu ayakta tutmaya çalışanlara değil, yeni, daha yüksek, insana yakışan toplumu kurmak için yola çıkanlara özgüdür.
Sınıf savaşında ve bu savaşın en yoğunlaşmış hali olan iç savaşta zafer için kahramanlık gerekir. Cesaret, gözü peklik, ölümü gözünü kırpmadan göze alma zafer için savaşan tarafların sahip olmaları gereken özelliklerdir. Bu özellikler, Afganistan ve daha nice yerde örneğini gördüğümüz gibi, tehlikeyi görür görmez arkasına bakmadan kaçan ve yanındakilere ihanette tereddüt etmeyen kişilerde olmaz.
Dinci faşistler, karşı-devrimin tüm tosuncukları, beslemeleri iç savaşta moral üstünlüğü ele geçirmek ve karşısındakinin yüreğine korku tohumları ekmek için “kefen”li pozlar veriyorlar. Bu çabaları onların korkularının dışa vurumu olarak anlaşılmalıdır. Korkuyorlar, korkularını medyaya pozlar vererek bastırmaya çalışıyorlar. Çok kez örneğini gördüğümüz gibi, vahşette sınır tanımadıkları doğrudur. Ancak bu vahşet, korkunun büyüklüğünün yansımasıdır. Vahşetleri korkularıyla doğru orantılıdır.
Dolayısıyla, nasıl bir korku iklimi içinde olduklarını kafa kesen, insanları canlı canlı yakan, toprağa gömen vahşetlerinden de anlayabiliriz.
Ama hiç bir zalimlik, hiç bir vahşet yıkılmakta olan toplumu kurtaramamıştır; kurtaramayacaktır. Sonuçta hepsi, Eşref Gani ve Şürekası gibi tası tarağı toplayıp arkalarına bakmadan kaçacaklar.
İlk provası Haziran Halk Ayaklanmasında görüldü.