Şüphesiz son dönemin dünya ölçeğindeki en önemli gelişmesi, Afganistan'da meydan geldi. Bu ülkedeki gelişmeler, talihsiz Afganistan halklarının büyük acılar çekmesi pahasına, zengin bir laboratuvar işlevi görüyor.
Buradaki gelişmelerin kesinleştirdiği bir kaç noktayı özetleyelim önce. Birincisi, ABD emperyalizminin artık hegemon bir güç olmadığı; aksine hegemonyasının hızlı bir çöküş süreci içinde olduğu ortaya çıktı. Leninistlerin uzun yıllar önce, başlangıcına işaret ettiği bu süreç, şimdi tartışmasız kabul görüyor. Ancak geçerken belirtmeden olmaz: Leninistler, ABD hegemonyasının çöküş sürecine girdiği tespitini yaptığı 1990'lı yıllar, bu emperyalist devletin gücünün, “sosyalizm üstündeki zaferi”nin, sosyal reformistler, oportünistler, özellikle de liberaller tarafından kutsandığı yıllardı.
Türkiye tarihinin tanıdığı en gerici, en antikomünist devlet adamlarından biri olan Özal'ın, mayolu pozlar, küfürlü sözlerle Sovyetler Birliği'nin dağılışını kutladığı, ABD ve emperyalistlerin gücüne toz kondurulmadığı yıllardı. Sosyalizmin yenilmediğini, sosyalizmin kazanacağını, emperyalist-kapitalist sistemin çöküş sürecine girdiğini ileri sürmenin yürek istediği yıllardı. Şimdi Leninistlerin düşünceleri tartışmasız ve şüphesiz Leninistlerden tek söz etmeden, çok geniş kesimler tarafından kabul görüyor.
Devam edelim. O yıllar ve daha sonrasında gösterilen dar kafalılık, şimdi “Taliban” denen katil sürüsünün Afganistan'da yeniden iktidara gelmesi olayı karşısında gösteriliyor. Yine her zamanki gibi, verili durumu değişmez kabul ediyor, anın geçiciliğini görmek ve kabul etmek yerine onu kutsuyor; arkasından kimsenin ağlamadığı Dührig'in “zorun tarihsel olarak temel unsur” olduğu görüşünü savunuyor. Bu dar kafalı düşünceye göre, Afganistan'da halklar yaşamıyor, sınıflar yok; tarihi elinde gücü, silahı, zor araçlarını bulunduran şu katiller sürüsü, “Taliban”, keyfince yapıyor. Dar kafalı düşünce için sınıflar savaşı yok, ekonomi, üretim vb vb diye bir şey yok. Varsa yoksa, elinde efendilerinin ellerine tutuşturduğu ağır silahlarla, açık arazide tavuklar gibi dolaşan katiller sürüsü var.
İşte bu dar kafalı düşünceye göre, dünyaya gelişini en başta ABD, İngiltere, Suudi Arabistan, Pakistan, İran, Türkiye ve daha sayısız gerici-faşist devlete borçlu; emperyalist ve gerici-faşist devletlerin ortak çocuğu yani nesebi belirsiz olan bu haydutlar topluluğu, Afganistan toplumunu istedikleri gibi Orta Çağ karanlığına gömebilirler ve kimsenin de gıkı çıkmaz.
Oysa biliyoruz ki, zor, güncel olarak söz etmek gerekirse “Taliban” çetesi, her şeyden önce ekonomik gelişmeye uymak, ona ayak uydurmak zorundadır. Ekonomik gelişmeye uymaz da onunla çatışırsa ne olur? “Bu durumda, pek az istisna ile, bir kural olarak, zor, ekonomik gelişme karşısında yenik düşer” (Engels).
Tarihinde modern toplumun yaşam birikimine sahip olmuş, belli bir dönem devrimci demokratik bir yaşam biçimini yaşayıp tanımış, onun birikimine sahip Afganistan halkları “Taliban” denen emperyalist devletlerin beslemesi çetelerin kendilerini Orta Çağın karanlık, barbar, ilkel bir toplumuna dönüştürmeye çalışmalarını bir koyunun kasap bıçağı karşısındaki uysallığıyla mı karşılayacaklar?
Tarihte fetih durumları dışında -ki o da pek istisnai olmuştur- barbarlık hiç bir zaman kesin ve sonsuz bir zafer elde edememiştir. Hiçbir barbar güç kendisinden daha gelişmiş, ekonomik, kültürel yönden daha ileri bir halk üzerinde kesin ve uzun süreli bir üstünlük sağlayamamıştır. Bu sözünü ettiğimiz istisnai durum ancak fetih gibi durumlarda ortaya çıkar.
“Ama –fetih durumları dışında– bir ülkenin iç devlet gücü, geçmişte hemen her politik gücün belli bir aşamada başına geldiği gibi, onun ekonomik gelişmesiyle çatıştığı zaman, savaşım hep politik gücün düşmesi ile son bulmuştur. Ekonomik gelişme, acımasız ve istisnasız kendi yolunu açmıştır”
Bugün kesin “zafer” kazandıkları sanılan bu barbarların başına gelecek olan şey de budur. Başta ekonomik gelişme olmak üzere, Afganistan halklarının kültürel, siyasal, tarihsel birikimiyle çatışma “Taliban” çetesinin iktidarının, politik gücünün düşmesiyle son bulacaktır. Elbette bu, “Taliban” sürüsünün Afganistan halkları üzerinde tahripkar hiç bir etkiye yol açmayacakları anlamına gelmez. Aksine barbar fatihlerin -ve “Taliban” çetesi tam da budur- “bir ülkenin nüfusunun kökünü kazıdıkları ya da kovdukları ve nasıl kullanacaklarını bilmedikleri üretken güçleri harabeye çevirdikleri veya yıkıma bıraktıkları” durumlar tarihte görülmüştür. Ancak böylesi istisnai durumlar dışında, tarihsel gelişme, halkların daha ileri bir toplum kurma istek ve iradesi hep üstün gelmiştir.
Şimdi, bir fizik yasasının doğruluğunu kanıtlayan laboratuvar deneyi gibi, Afganistan'da olup bitenler bunu kanıtlamaya başlamıştır. Anlık durumlar geçicidir. Her şey hareket ve değişim halindedir. “Taliban” çetesinin “zaferi”nin anlık, geçici niteliğini göremeyenler, yanılmaya mahkumdur. Afganistan halkları, “Taliban” çetesinin iktidarı henüz kuruluşunu ilan bile etmeden Orta Çağ karanlığına karşı ayaklanmaya başladılar. Kadınlar, erişmiş oldukları düzeyin çok daha gerisine itilmelerine razı olmayacaklarını ellerine silah alarak göstermeye başladılar.
Bu ayaklanma, karşı gelmelerin, eylemlerin zayıf olduğu öne sürülebilir. Anlık durumun hiç bir önemi yok. Önemli olan gelişmekte olanı ve gelişecek olanı görebilmektir. Tarih sahnesinin bugününde sadece “Taliban” sürüsünü gören ve bunu kalıcıymış gibi algılayan dar kafalı düşüncenin hesaba katmadığı olgu budur.
Efendileri ABD ve etrafında köpek sürüsü gibi dolanan diğer emperyalistler nasıl çekip gitmek zorunda kaldılarsa, onların bu uşakları da tıpkı efendileri gibi çekip gitmek zorunda kalacaklar.