Eğer doğa ana bizlere izin verirse, ileride tarihçilerin şu tespitini sevinç ve gururla onaylayacağız: 2019 yılı, dünya devrim sürecinde, proletaryanın hegemon konumunun sıçrama yaptığı bir yıldır. Kızgın tava içinde patlayan mısırlar gibi, dünyanın her köşesinden yağan haberler, “gelecekten çalınan” bu olası tespiti, bir kehanet olmaktan çıkarıyor, somut ve berrak bir doğruluk kazandırıyor.
Sudan ve Cezayir’de süren önemli altüst oluşlarla ilerleyen devrimlerin, şimdiye dek görünen dinamikleri, proletaryanın yoğun etkisine işaret ediyor. Tıpkı 2011 gibi, 2019’u da özel bir yıl yapan olgular üst üste birikiyor. Uzlaşmaz karakteri ve direşkenliği ile öne çıkan bu yeni devrim dalgası, Fransa’da Sarı Yelekliler ile yola çıkmıştı. Yine de, Hindistan proletaryasının 200 milyonluk devasa genel greviyle karşılaştırıldığında, Fransa’nınki mütevazi bir başlangıç sayılır. Sarı Yelekliler, partisiz yığınların kendiliğinden eylemi biçiminde ilk adımlarını attı. Eylemciler, banliyölere yığılmış en yoksul proleterlerdi ve bu sınıfsal temel harekete kendi rengini verdi. Kararlı hareket, bir kent meydanını işgal edip hükumetlere talepler listesi sunan önceki dalgadan farklı olarak, doğrudan Başkanlık Sarayını ele geçirmeyi hedef aldı, böylece teoride değil ama pratikte, bir iktidar hedefini hareketin diğer taleplerinin en başına koymuş oldu. Macron, defalarca kez, Sarı Yeleklilerin çeşitli istemlerini karşılamaya yönelik sözler verse de, sokakta hiç kimse “Kısmi kazanım! Hadi kazandıklarımızı korumak için geri çekilelim” havasında değil. Haftalardır süren başkaldırıya bu uzlaşmazlığı ve radikalliği, -belirsiz de olsa- iktidar hedefine bağlılık kazandırdı.
Hindistan proletaryasının Ocak genel grevi, tarihin gördüğü en kitlesel eylem olarak haklı bir şöhret kazandı. Tarihte hiç bir sınıf, 200 milyon gibi muazzam bir kitleyi, aynı gün, aynı amaç için örgütlü bir harekete çekememiştir. Bunu ancak, modern proletarya başarabilir. Üstelik, Asya kıtasının bu en proleter ülkesinde, greve çıkanların önemli bir bölümü, sanayi işçisi değil. Başka yerlerde, “beyaz yakalı- plaza elemanları” adıyla anılan ve bu yüzden devrimci eyleme geçme kapasitelerinden kolayca kuşku duyulan bu proleter kesim, rüştünü tam anlamıyla ispatladı. Öyle ki, tüm sermaye dünyasında kırmızı alarm sirenleri çalsa yeridir. Hindistan, dünyanın bütün önemli tekelleri ve bankalarının dijital hizmet platformudur. Dünyayı bir ağ gibi saran finansal ve ticari işlemlerin yürütücüsü, Hindistan’daki devasa ofis binalarıdır. Buralarda çalışan ve koşulları bir sanayi işçisinin koşullarını aratmayan proleterler, en az iki dil bilirler, bilgisayar ve yazılımda uzmanlıkları vardır. Hindistan'da, sanayi ve hizmet proletaryasının bu genel grevde birleşmesi, modern devrimler tarihi için önemli bir eşik noktasıdır. Böyle bir grev, yalnızca yerel demiryolu ve limanları, yerel fabrika çarklarını durdurmakla yetinmez; küresel sermaye dolaşımının hayati öneme sahip noktalarını da teslim alabilir. Bu eşik geçildikten sonra proleter eylemin etki çapı, dünya ölçeğine varmış, dahası, hayata geçirilebilir bir somutluk kazanmıştır. Bu genel grev, ilk etkisini, ülke içinde gösterdi. Grevden hemen sonra, komünist güçler, “Halk Tugayları” gibi kararlılık ifade eden bir mitingde, bir milyonu aşkın kişiyi topladılar.
2019 işte böyle başladı ve dalga yeni zirvelerle yoluna devam etmekte. Sırbistan, tüm Balkan coğrafyasının sanayi merkezi ve kalbi, haftalardır “Defolun Kapitalistler!” şiarlarıyla, yürüyen büyük kitlelerin gösterilerine sahne oluyor. Bu esnada, İngiliz mali oligarşisinin “milli güvenlik tehdidi” diye gördükleri Jeremy Corbyn, işçi Partisinin sosyalizme bağlılığını her fırsatta dile getiren lideri, adanın politik yaşamına adeta el koyuyor. Almanya'da, komünist SPD’nin mirasçıları, sosyal-demokratlarla girdikleri Die Linke ittifakını terk etmeye hazırlanıyor. Bitmedi. ABD’de sosyalizme sempatinin gençlikte %58 olduğu, Rusya’da Stalin’e sempatinin %70’le tavan yaptığı, Fransa’da gençliğin radikal sol partilere hızla kaydığı haberleri üst üste biniyor.
Daha sayamadığımız onlarca olguyla beraber, dünyanın genel manzarası buysa, şimdilerde Sudan’da KP’nin çağrılarını izleyen proleter güçlerin devrimi sürüklemesine şaşırmalı mıyız? Veya Cezayir’de, bir zamanlar ulusal kurtuluşun kahramanları ama şimdi burjuva uşaklarından başka Bir şey olmayan yöneticilerin ardı ardına istifaları yaşandığı halde, harekete “Durmak yok” emrini veren sendikalı işçilerin tarihsel inisiyatiflerine, nereden çıktı bunlar mı diyeceğiz?!
Pek çok yorumcuya göre, önümüzde 2011’in bir tekrarı bulunuyor. Hayır değil. Bu kez devrimler, öyle kolay yoldan, gerici-burjuva güçler tarafından çalınamayacak. Bunu daha şimdiden görebiliyoruz. 2011 yılını hatırlayalım. Tunus ve Mısır’da işbaşındaki hükümet güçlerine karşı yükselen ve ilk hedeflerine hemen varan devrimler, bu ilk zaferlerin coşkusuyla kısa sürede tüm Arap coğrafyasına ve giderek dünya ölçeğine yayılmıştı. 2011’in güz aylarında dünyanın 900 kentinde birden yapılan “İşgal Et!” eylemleriyle kendi zirvesine ulaşmıştı. Ancak üstlendiği karmaşık görevler ve varacağı hedefler konusunda pek az fikri olan ve kendilerini demokrasi yanlıları” veya “Biz %99’uz” gibi bulanık kimliklerle tanımlayan kitleler, başlattıkları eylemlerin toplumsal bir devrimin zaferine taşıma kapasitesine henüz sahip değildiler. Ama bu kez, 2019’da, kitlesel eylem dalgası, daha en başından komünist güçlere, işçi sınıfının örgütlü militan kesimlerine dayanır. Daha da önemli olan şu: Sosyalizm özlemi, daha yüksek bir sesle ve berraklıkla dile getiriliyor.
Bu yeni dalganın, hangi hızla, hangi aşamalardan geçerek, hangi zorluklarla savaşarak hedefine ulaşacağını, şimdiden adım adım öngörmek mümkün değil. Fakat bunun önemi yok. Önemli olan, proletaryanın hareket üzerindeki hegemonyasının berraklaşması, sosyalizm hedefinin gündeme gelmiş olmasıdır. Tüm karmaşık görevleri ve süreçleri netleştirecek olan, bu netleşmedir; dünyayı bir kez daha sallamaya aday bir dalganın sürekliliğinin ve direşkenliğinin güvencesidir.
2011’lerin deneyimlerinden artık biliyoruz. Sudan’da istem olan devrim, Mısır ve Tunus gibi komşu coğrafyalarda ilk sonuçlarını üretecektir. Mısır cuntasının şefi Sisi, koltuğunu sağlama almak için, alelacele bir referandum tertipledi, ancak şişirilmiş rakamlarla bile katılım %40’larda takıldı. Böylece Sisi gücünü değil, güçsüzlüğünü sergilemiş oldu. Tunus’ta ise, aylardır süren üst üste binen tarihi grevler, çürümüş reformist partilere bile “iktidarı devirelim!” çağrısı yaptırıyor. Bu ülkelerde politik ortam son derece olgundur. Anlaşılan o ki, insan soyunun ana yurdu Afrika, soyu tükenişin eşiğine getiren kapitalizmi tarihe gömecek sarsıntının da ana yurdu olmaya soyunuyor.
Türkiye ve Kürdistan proletaryası, ezilen emekçi yığınlar, dünya proletaryasının engel tanımayan sağlam karakterli bu eylem dalgasından, ihtiyaç duyduğu esin ve cüreti mutlaka alacaktır. Tahrir’den Gezi’ye giden yol, bu kez, çok daha berrak, daha kısa ve en önemlisi proleter sınıfın aydınlığıyla kat edilecektir.
Umut Çakır