Dinci-faşizm çöküşünü önlemek için son zamanlarda öyle çok akıldışı adımlar attı ki, Rojava’yı işgali de bir “altın vuruş” anlamına gelebileceği yorumları ağır basıyor. Savaş gibi, her gün değişebilen nicelikler üzerinden yürüyen bir sürecin nihai sonucunu şimdiden ilan etmek olanaksız. Ancak, savaşın daha ilk günlerinde ortaya çıkan bazı sonuçlar devrim için göz önünde bulundurulması gereken önemdedir.
Savaşın ilk sonuçlarına değinmeden önce nedeni üzerine bir kaç söz yerinde olacak. Pek çok yorumcu Rojava işgalinin nedenlerini şu başlıklar altında topladılar; a) İstanbul belediye seçiminin sonuçları, b) ekonomik krizin derinleşmesi ve c) Babacan ekibinin yeni parti hazırlığı. Bu türden yorumlara, bir atasözüyle cevap verilebilir: Attığın taş, ürküttüğün kurbağalara değmez. Başka bir deyişle, dinci-faşizm, kendisi için olağanüstü renkli bir maceraya, ne İmamoğlu-Babacan gibilerin gözünü korkutmak için girer, ne de ekonomik krizin üstünü örtmek için, çünkü bu savaşın krizi şiddetlendireceğini altı yaşında bir çocuk bile görebilir. Esas mesele, her zaman olduğu gibi, kendi ifadeleriyle bir “beka” meselesidir.
Kısacası bu işgal bir seçimi kazanıp kaybetmekten çok daha derin bir soruna, faşist iktidarı kaybedip kaybetmeme sorununa odaklanmış bir “önleyici vuruş”tan başka bir şey değildir. Ve işgalin daha ilk günlerinde belirmeye başlayan devrimci sonuçlar, egemen sınıfın bu derin kaygısının ne denli haklı olduğuna işaret etmeye yeter.
İlk sonuç, dünya ölçeğinde yaşandı. Sosyal medyada savaş başlığı, dünyada zirveyi korudu. İkinci sonuç, CHP’nin karşı-devrimci yüzünün bir kez daha en sefil haliyle teşhiri oldu. Son zamanlarda uzlaşmacı reformistlerin büyük gayretleriyle devrimci kanalların akışını tıkamaya soyunan CHP, devrimci yığınların öfkesinin hedefi oluverdi. Ve üçüncü sonuç, yine bu noktadan çıktı, küçük-burjuva uzlaşmacı sosyalistlerin “faşizmi geriletmek ve bu amaçla burjuva muhalefetiyle kucaklaşmak” çizgisinin iflasıdır. Ki bu çizgi, son zamanlarda, devrimci kitlelerde bile, sandıklar yoluyla bir sonuç elde edilebileceği yanılması doğruyordu. Üç sonuca yakından bakalım.
Tüm dünyada savaş başlığının zirveyi koruması, kesinlikle, sermaye ile emek arasında süre giden küresel iç savaşın tezahürüdür. Her savaş gibi, küresel iç savaş tüm dünya halkları içinde şiddet dolu duyguların uyanmasını sağlıyor. RTE’ye ve temsil ettiği dinci faşizme duyulan nefret buradan kaynağını buluyor, besleniyor. Dinci faşist iktidar ve faşist devlet karşıtı nefret öylesine hızlı kabardı ki, bunu hiç beklemeyen ve aylardır işgal niyetini açıklayan TC karşısında susan gerici hükümetler, kabaran dalga karşısında paniğe kapıldılar. Ardı ardına TC’yi uyarmak, parmak sallamak zorunda kalıyorlar. Tüm dünyada yalnızca üç ülke, Macaristan, Katar ve Pakistan (bu sonuncusunu, kızışan Keşmir sorunu yüzünden iyice köşeye sıkıştırmıştır), Ankara’yı desteklediklerini ilan edebildiler. Washington’da ise başka bir kavga sürmekteydi. Trump’ı azletmeye çalışanlar, bir hata yapmasını bekliyorlardı ve Rojava işgaline yakılan yeşil ışık, beklenen fırsatı bu çevrelere verdi. Sonuçta oluşan baskı, Trump’ı fena halde köşeye sıkıştırdı. Tüm bunlar, aynı zamanda, dünyada kamuoyu oluşturma tekelinin kesinlikle sermayenin elinden alındığını, kritik anlarda bu gücün ezilen kitlelerin eline geçebileceğini göstermesi açısından son derece önemlidir. Küresel iç savaş, egemenlik katındaki blokları çatlatıyor; bu ayrımın blokların birbirlerine karşı kavgasında, yığınlara başvurmalarına neden oluyor. Ve yığınlar, bu çatlaklardan sızıp, küçük kıvılcımları küresel bir yangına çevirebiliyor.
Dünya kamuoyunda esen fırtınaların kıyısına ulaşmadığı sermaye partilerinden birisi CHP’dir. Zamanında Marx’ın öğrencilerini bile esir alan şovenizmin, devletin kurucu kodlarını bayrak yapmış bu partideki gücünü ve derinliğini unutanlar, umalım ki CHP’nin işgal karşısında takındığı tutumdan gerekli dersi çıkartırlar. O kurucu kodlar en başta anti-komünist ve anti-Kürt’tür. Reformizmin büyük çabaları sonucunda, devrimin paçalarına, son otuz yılda hiç olmadığı kadar yapışan CHP, belki bininci kez, karşı-devrimci yüzünü teşhir ediyor. Ama, eminiz, binbirinci kez reformizm, kitleleri bu gerici tekelci partinin dümen suyuna sokmaktan geri durmayacak. Neyse ki bu sefer işleri epeyce zor. 10 Ekim katliamı anmasına katılan emekçiler, CHP’nin en “kamikaze”, en “sureti haktan” görünen vekillerini yuhalamaktan geri durmadılar. Savaşın acı verici tablosu netleştikçe, öfke derinleşecek, CHP’ye karşı şimdiden alevlenen öfkenin hangi boyutlara varacağını daha iyi göreceğiz.
Devrimin kitle tabanında CHP’ye karşı yükselen tepkiler, uzlaşmacı sosyalistlerin buluşma adresi olan yasal partiyi ve izlediği politikaları ne derece etkileyecek? Deneyim, cevabın olumsuz olacağına işaret ediyor. HDP, son bir kaç yıldan beri “faşizmi geriletme” taktik hedefi uğruna, etkisi altına alabildiği devrimci kitleleri, Kürt halkını düşmanı ve anti-komünist gerici partilerin kuyruğuna taktı. 23 Haziran İstanbul seçim sonuçları, bu son derece yıpratıcı taktiğe bir canlılık kazandırmıştı. Tam da bu canlı ve heyecanlı duygular üzerinden ittifak çizgisi başka adımlarla ilerletiliyorken, işgal savaşı bu havayı darmadağın etti. Faşizmi geriletme amacıyla gerici burjuva partilerle ittifak politikası iflas etti.
Evet, iflas etti ama, buna benzer bir durumun Afrin işgali sırasında da belirdiğini hatırlayanlar soracaklardır: bir politikanın etkinliğini tümden yitirmesi için, daha kaç kez iflas etmesi gerek? Eğer söz konusu politika, bir sınıfın en temel karakterini yansıtıyorsa, böyle bir sorunun tek bir cevabı olur: Sınıflar ortadan kalkana dek! Sık sık unutulan bu gerçeği hatırlatmak yerinde olur. Devrimimiz, bir halk devrimidir, barutunu tüketmedikçe küçük burjuvazi devrim sürecinin içinde, hem fiziki varlığıyla hem de moral politik varlığıyla boylu boyunca yer almayı sürdürecektir. Küçük burjuvaların her virajda yalpalamasını, ne devrimde proletaryanın hegemonyasını kurması önleyebilir, ne de hatta bu küçük burjuvaların bizzat proleter partiye katılmaları. Herkesin malumu bu gerçekleri bir kez daha hatırlatma ihtiyacı duyduk: Proletarya, uzlaşmacı sosyalistlerin yeniden ve bir daha geri dönmemek üzere yüzlerini devrime dayanacağı hayaline hiçbir zaman kapılmadı, bundan sonra da kapılmayacak. Bu berrak kavrayış sayesinde devrimci proletarya, uzlaşmacı küçük burjuvalarla arasına, herkesin farkedebileceği kalınlıkta bir duvar çekebilecek ve o cenahtan yayılan umutsuzluk bulutlarından -tümüyle kurtulmak mümkün değilse bile- en az düzeyde etkilenmeyi başaracaktır.
Rojava işgal savaşının daha ilk haftada ortaya çıkardığı sonuçlar devrim için önemli kazanımlardır. Savaşın olası seyri, yani, dinci faşizm için ağır bir yenilgi veya Rojava devriminin çok kanlı bir sınavdan ağır yaralı çıkması ya da emperyalist merkezlerin kontrolünde bir uzlaşı, burada sözünü ettiğimiz devrimci kazanımları ortadan kaldırmaz. Zafer, yenilgi ya da uzlaşı, bu kazanımlardan hangi ölçüde ve tempoda yararlanabileceğimize etki eder, o kadar.
Umut Çakır