Ana muharebe alanında nihai bir hesaplaşmaya hazırlanan devrim ve karşı-devrim, bütün politik ve moral gücünü kitlelerle meydanlarda test ediyor. Taraflar hasımlarının maneviyatını bozarak son derece büyük manevralara girişiyorlar. Dinci-faşizm, darbe karşıtlığı kisvesiyle topladığı kalabalıklarda kritik anlarda kararsızlığa yol açacak yenilgiler yaratırken, öte yandan devrim, son derece keskin bir mücadele için ayaklarına dolanan en kutsal önyargılardan sıyrılıyor. Ve arı kovanını andıran sokaklarda milyonlar, tüm koşulların kaçınılmaz hale getirdiği o son hesaplaşmaya dolu dizgin koşuyor.
Kılıçdaroğlu ve partisinin türlü çeşit yasaklarla ilgiyi sömürme çabalarına rağmen, 9 Temmuz Maltepe mitinginde milyonlar buluştu. Çoğunluğu devrimin etkisindeki yığınları bu mitinge çeken, onun parlamento dışı bir sokak eylemine dayanmasıydı. Kürsüden on maddelik o zavallı kırıntılar listesini duyan alandakiler, anlamlı bir sessizliğe büründüler, fakat en coşkulu alkışı "Sokaktan başka yol kalmadı" sözlerine sakladılar. Hiç kimse, bu eylemle birlikte CHP ve cümle reformizmin kitlelerdeki gazı aldığı yanılgısına kapılmamalıdır. Tersine, bu gösteriyle birlikte devrimci kitleler, umut ve cesareti küflü seçim sandıklarından çıkarıp, meydanlarda görünür hale getirdi.
Hatırlayalım: Dinci faşizm referandum sürecinde, evetten yana olmayan herkesi teröristlerle aynı muameleyi görmekle tehdit etmekten geri durmamıştı. Buna rağmen, nüfusun çoğunluğu dinci-faşizm karşıtı bir tutum almaktan çekinmedi. Yine de, kimin nasıl oy verdiği gizli kalmış bir seçimde böyle bir tutum göstermek kolay. Dinci-faşizm, yürüyüş sırasında, benzer tehditleri savururken, sandıkta gösterilen cesaretin bu kez açık politik bir gösteride sahipsiz kalacağı hesabı yapıyordu ve büyük yanılgıya düştü. Bu nokta önemlidir. CHP'nin ve omuzbaşı reformistlerin, kitlelerdeki öfkeyi söndürüp gaz alma taktiği, tam tersi bir sonuca ulaştı. Cesaret ve umut, küflü sandıklardan çıkıp, sokaklarda apaçık bir meydan okumaya dönüştü. Bu noktayı ne kadar tekrarlasak az gelir.
Bir başka açıdan, CHP ve omuzdaşı reformistlerin, bu cesaret ve umudu düzen içi kanallarda eritme koşulunun bulunmadığını görmek gerek. Bu koşul, parlamenter yolun açık olmasıdır. Ve bu koşul şimdi yok. Düzen içi muhalefet çizgisi, kitlelerin hareketini, ancak bu noktaya kadar taşıyabilir. Bundan bir adım ötesine gidebilecek sınıf karakterinden yoksun oldukları için, aslında sadece cini şişeden çıkarmış oldular.
Reformistler bir yana, tekelci gerici bir partinin böylesi bir etkide bulunması bizi şaşırtmasın. Çünkü, sınıfların karşılıklı mücadelesi ve karşılıklı ilişkileri alabildiğine sert. Devrim ve karşı devrim, toplumda tüm kararsız ve yarı aydınlanmış kesimleri, kendi kutuplarına doğru çekiyor, bu aşırı kutuplarda toplanmaya zorluyor. Nihayet, taraf olmak zorunda kalanlar arasında, dinci-faşizmin içinden doğduğu Saadet Partisi bile bulunuyor. Bu olgu karşısında şaşırmak mı gerekiyor? Hayır. Proletaryanın hem politik hem pratik yönden önceliğini henüz kabul ettiremediği bir evrede, her büyük halk hareketinde, en gerici önyargılarıyla darkafalıların, türlü çeşit macera heveslilerinin, yalnızca caka satmak ve günün alkışını almak arzusuyla dolanların zaman zaman ön plana çıkması kaçınılmazdır.
CHP ve omuzdaşlarını, şişeden çıkardıkları cin karşısında çaresiz bırakan başka gelişmeler de var. En önemlisi sınıflar mücadelesinin mevcut dengesi, yani dinci-faşizmin artık yönetemiyor oluşu ve buna karşılık devrimin henüz hasmını yere seremiyor oluşudur. Tam da bu karşılıklı denge durumu sürdürülemez niteliktedir ve her tür reformist hayale rağmen, nihai hesaplaşmayı kaçınılmaz kılan olgunun kendisidir.
Dahası da var. Dinci-faşizm, şişeden çıkan cini yerine sokmak için tüm hasımlarını "sokağa çıkamaz hale gelmek"le tehdit ediyor. Bunun için tehditten öte pratikler sergilemekten çekinmeyecek. Bu karşı tepki, başlayan hareketi daha ileri ve daha kararlı eylemlere zorluyor. Kitleler karşılıklı sokaklara sürülüyorsa, orada yeni Maraşlara, yeni Sivaslara hazır olmak gerek. Evet elbette, yeni Gazi ayaklanmalarına, yeni Gezilere de. Gaz almak niyetiyle yola çıkan CHP ve omuzdaşları bu denli kanlı, kararlı ve öfkeli bir yürüyüşü, elbette avuçları içinde tutamaz.
Devrimin gelişimi öyle bir noktada ki, dinci-faşizmin tepki olarak attığı her adımdan kendine yeni bir güç devşiriyor. Maltepe mitinginin uçsuz bucaksız kalabalığı, Saray'ı afallattı, popüler söylemle "kimyasını bozdu". Dinci-faşist kitle tabanında moraller bozuldu. Bu moral bozukluğunu düzeltmek adına tertiplenen 15 Temmuz gösterileri, şimdilik tehlikeyi savuşturmuş görünüyor. Ama düzen adına yeni tehlike tohumları ekme pahasına. Ne oldu o bir hafta içerisinde? Kitlelere karşı kitleler çıkarıldı. Devrim ve karşı-devrimin boy ölçüşme biçimi şimdi bu. Hukukun, parlamentonun, tekelci sermaye egemenliğini güvence altına alan bütün o karanlık-bürokratik ve kurumsal işleyişin artık hiçbir işe yaramadığını, bizzat dinci-faşizm bir kez daha kanıtladı. Ve her zaman olduğu gibi dinci-faşizmin, 15 Temmuz'un darbe karşıtı şalı altında büyük kitleleri kandırabildiğini sanarak yoluna devam edecek. Böyle bir yanılgıyı biz, 2007'de generaller partisinin yararlanmaya çalıştığı Cumhuriyet mitinglerinden hatırlıyoruz. Bu arada, acaba dinci-faşizm 15 Temmuz tiyatrosundan sonra, büyük kitlesel kavgalarla yürüyen bu iç savaşta, artık silahlı kuvvetleri sahaya süremeyeceğini anlamış mıdır? Devrim, işte böyle, karşı-devrimin her tepkisinden yararlanacak konumdadır.
Son olarak, 9-15 Temmuz haftasının iki önemli politik sonucuna değinmek gerek. İlki şu; CHP majestelerinin muhalefeti olmaktan çıkıp, düzenin içinde gerçek bir muhalefet durumuna geldi. Muhalefet ve onunla ilişkili "direniş" çizgisinin politik kulvarı, CHP tarafından işgal edildi. Bu yolu ısrarla takip edenler, eninde sonunda, CHP'nin gerçek muhalefet kulvarına kan taşıyorlar. Reformistlerin, parlamenter oportünistlerin politik can çekişmesine şahit oluyoruz. Maltepe meydanında apaçık görüldü. Tüm reformist sol ve oportünizm oradaydı fakat görünemediler bile. Aynı kader HDP'yi de bekliyor.
İkinci sonuç, proleter devrimcilere ilişkindir. Bundan böyle işimizin daha da zor olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Tersine, referandumla güç toplayan, Maltepe mitingiyle gücünü açık eylemlerde ölçen hareket, eğer bir adım ileri gitmek istiyorsa, bu adımlar ancak Leninist şiar ve programla donanarak atılabilir. Dinci-faşizmin karşı tepkisi, bu adımı isteğe bağlı olmaktan çıkartıyor. Marx'ın 1848 devrimlerine dair şu gözlemi, son söz için oldukça uygun:
"Devrimin ilerleyişi, durumu öyle bir hızla olgunlaştırmıştı ki, her dereceden reform yanlıları, orta sınıfların en alçak gönüllü istekleri, en aşırı yıkıcı partinin bayrağı çevresinde, kızıl bayrağın çevresinde toplanmak zorundaydı." (Fransa'da Sınıf Savaşımları, sf. 128)
Umut Çakır