"Proletarya devrimleri... Durmadan kendilerini eleştirirler, her an kendi akışlarını durdururlar... Kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısınd, daima yeniden gerilerler, ta ki her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar: Hic Rhodus, Hic Salta!" (Marx)
Şanlı Haziran (Gezi) Ayaklanması devrimci yığınlar için yeni bir tahayyül ufku yarattı. Bu görkemli başkaldırının gerisine düşen her girişim, beyhude bir çaba gibi görülmeye başladı. Elle tutulur, gerçek bir hesaplaşma, sermaye ve onun faşist devletine karşı göze göz bir kafa tutuma, ama bunlardan daha önemlisi yepyeni bir yaşamın, umut ve neşe dolu rengarenk bir toplumun filizlerinin ancak böylesi bir kavgadan-ayaklanmadan doğacağı hissiyatı, denebilir ki, devrimci yığınları, oradan herşeyi farklı bir gözle değerlendirdikleri bir zirve noktasına taşıdı.
İşte devrimci siyasetin küçük burjuva temsilcilerinin (ki onlar her zaman sesleri çok fazla çıkan mevkilerdedirler) ömürleri boyunca devrime giydirmeye çalıştıkları dar gömlek, Gezi'den sonra adım adım parçalandı. Ayaklanmanın hemen ertesinde peşi sıra yapılan bir dizi seçim, sandık odaklı parlamenter siyasetin tüm küçük burjuva hayalciliğini, milyonların gözünde apaçık hale getirdi. Küçük burjuva devrimciliğin alamet-i farikası olan “mevziler ve kısmi kazanımlar elde etmeye, faşizmi teşhir edip geriletme”ye odaklanmış “direniş” çizgisi, bu süreçte görüldü ki, esasında; iktidarın zor yoluyla fethi kanaatini körelten, erteleyen ve belirsizleştiren bir rol oynamıştır. Direnişçiliğin bu hali, günün sonunda, sermaye iktidarıyla politik hesaplaşmayı seçimlere havale eden, yani parlamenter yolun alet çantasındaki her somuna uygun bir anahtardır. Biz bunu her zaman söyledik, ama aynı kanaate şimdi devrimci yığınların varmış olması devrime bambaşka bir pencere açıyor. "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" diyordu ayaklanmacılar. Sözlerini tuttular.
Devrimin yürüdüğü yola ve içeriğine dair bu yol ayrımı, partilerin yüksek politika toplantılarının kapalı mekanlarına sığmayacak denli yığınsal bir gerçeklik kazanmıştır. 6-8 Ekim serhıldanı, 10 Ekim katliamı, son nisan referandumu kepazeliği ve daha bir dizi olaydan, Gezi'yi yaşamış milyonların hiçbir ders çıkartamadığını sananlar, kendilerini süzme ahmak konumunda bulurlar. Tüm bu sarsıcı, üst üste binen olaylar, devrimci yığınları, söz uygunsa raydan çıkardı. O güne dek kendilerine sunulan tüm dar kalıplar, bu süreç dahilinde parçalandı. Ve devrimci yığınlar şimdi gözlerini kamaştıran yeni gerçeklik karşısında, dehşet duygusuyla karışık bir şaşkınlığa kapıldılar. On yıllarca mücadelesini verip pankartlarına yazdıkları bütün haklar, şimdi kaçınılmaz bir yol olarak beliren iktidarın fethi yanında sadece ıvır zıvırdan ibaretmiş. Uğruna nice kan, ter ve bedel ödedikleri bütün mevziler, kısmi kazamınlar, şimdi sonuna kadar götürülmeden hiçbir şeyin kazanılamayacağı belli kavganın yanında, ilk dalgada yıkılıp gidiveren oyalayıcı kumdan tepecikler yalnızca.
Kendilerini hemen eşiğinde buluverdikleri kavganın büyüklüğünü dar kalıplarından çıkıp farkına varabildikleri amaçlarının sonsuz yüceliği, omuzlanması gereken görevlerin karmaşıklığı, devrimci yığınları, bir süreliğine durdurmaya, geriye çekilip çok daha ciddi hesap-kitap yapmaya başlamalarına yetti. Devrim şimdi yeraltı sığınağında, eskiyen derisini dökmek için kıvranıp duran Şahmaran'a benziyor.
Kırkbeş yılı aşan devrimci mücadele tarihinin bir sonucu olan, muazzam önemdeki bu dönüşümün içeriği, özü şudur: Devrim, küçük burjuva dar kalıplardan ve ayakbağlarından kurtuluyor, proletaryanın önderliğine hazırlanıyor. Bu hazırlık ve dönüşüm, henüz proleter öncü sınıf partisinin denetimine girmiş değil. O nedenle, bilinçli yönlendirmelerin yetersiz kaldığı her toplumsal dönüşüm gibi yığınlar, yeniyi belirginleştiren çizgiyi, ilke ve şiarları henüz bilincine kazımış değil. Ama zemberek kuruluyor, kaçınılmazlığı her olayda daha da keskinleşen nihai kavga yaklaştıkça yığınlar zihinsel ve maddi donanımlarını, silahlarını bilemek ihtiyacı hissediyorlar.
Peki bu devasa önemdeki dönüşümün başka vehçeleri ve gelişim olanakları nelerdir? En ciddi işaret, egemen sınıf saflarından... RTE kürsüye çıktı ve servetlerini dışarıya kaçırmaya başlayan patronları vatana ihanetle suçladı. Ertesi gün bu sözlerini yutması aslında tekelci sermayenin içine düştüğü moral bozukluğu ve özgüven yitimini açık etmenin suçluluğuna dairdir. (ABD'nin ultra lüks semtlerinde ev satın alan yabancılar içinde Türk patronlar, açık ara öndeler) Oysa bu topraklarda pek çok kez kriz yaşandı, siyasi bunalımlar ardı ardına sıralandı. 2001 krizinde bile burjuvazi, eğlence mekanlarını korkuyla boşaltmıştı ama servetlerini dışarıya kaçırmaya yeltenmemişti. Çünkü o zaman özgüvenini kaybetse de sermayenin güvencesi sayılan kurumlar halen işliyordu. En başta "yıkılmaz kale" olarak görülen düzenli ordu vardı. Emir-komuta zinciri sıkı, otoriteye koşulsuz bağlılık, disiplin ve yetke alışkanlıkları ile düzenli ordu, sığınılacak bir limandı. Ama ne oldu? Gelinen noktada, o yekpare mermerden geriye birbirine zerre kadar güvenmeyen ve birbirinin kuyusunu kazan komutanlar, her operasyon dalgasıyla hallaç pamuğuna çevrilen subay kademesi, paralı askerlerini savaşa sürerken, acemi ya da emekli pilotlarla uçabilen bir ordu. Böyle bir orduyu ayaklanmış yığınların karşısına çıkarmanın nasıl tehlikeli bir kumar olduğunu en iyi burjuvazi bilir.
Düzenli ordu dışında, sermayenin güvencesi sayılan diğer kurumlar da aynı acı kaderi paylaşıyor. Neydi onlar? Her zaman sokakları temizleyen seçimler, daha şimdiden çok geniş biçimde tartışılan boykot tutumuyla, yeni bir isyanın en olası bahanesi pozisyonunda. Kamuoyu oluşturmada etkin tekelci basın "havuz medyası" etiketinde tüm etkisini yitirdi. Şimdi emekçiler, sarsıcı gelişmeleri sosyal medyadan takip ediyorlar. Burjuvazinin diğer güvenli duvarı dine dair fazla öz söylemeye gerek yok. Bizzat dinci faşizmin kalemşörleri, kendi çocuklarının bile nasıl "din yorgunu" olduğunu ifşa etmekte birbirleriyle yarışıyorlar.
Burjuva sınıf, toplumsal bir devrimin içindeki güvenlik duvarlarının teker teker yıkılmasıyla kapıldığı dehşeti, servetini dışarı kaçırarak dindirmeye çalışırken, içine yuvarlanmaktan kaçınamadığı kavga onu bir doruk bunalımına sabitlerken; devrimin yeni çizgisini temsil eden proletarya, daha büyü kavgalara cüretle hazırlanıyor.
Eski kalıpları kıran, yeninin içinde biçimlendiği çizgiyi, ilke ve şiarları henüz yerine koyamayan devrimci yığınlar için bu çabanın başarıya ulaşmasının iki önemli koşulu var. İlki, proleter devrimci öncülerin etkinliğini arttırmasıdır. Bu sürecin hızlanması yönünde işler. Fakat tüm sürece asıl müdahale bizzat sınıfın kendisinden, bağımsız devrimci kitlesel hareketinden gelir. Şimdi amansız bir kavgaya patronları tarafından adeta mahkum edilen metal işçilerinin eylemleri, bu yönde atılmış ciddi bir adımdır.
Ekonomik talepler temelinde başlayan bir mücadeleye, devrimin en karmaşık ve yüksek sorunlarını aydınlığa kavuşturacak, devrime ihtiyacı olan yeni deriyi kazandıracak bir misyon yüklemek, ilk bakışta abartılı görünebilir. Lakin, ekonomik temelli bu kavgayı ucu açık bir ufka taşıracak, son derece önemli iki dinamik söz konusudur. Birincisi şu; Hatırlanacaktır, iki sene evvel aynı işçiler Metal Fırtına'yı yaratmışlardı. Hemen 7 Haziran seçimleri öncesiydi ve meydanlar küçük burjuva boş hayalleri pazarlayan yüksek volümlü ses araçlarıyla kuşatılmıştı. İşçi sınıfı, her tarafta yankılanan bu küçük burjuva özlemlerde kendi kurtuluşuna dair en ufak bir öz göremediğinden Metal Fırtına boyunca hiç bir partinin desteğini istememişti. Şimdi küçük burjuvazi suskun, ürkek ve inançsız. Kavga, kendi özlemleriyle yürüyüp, kendisi ve her emekçi adına konuşacağı bir boşluğa doğuyor proletarya için. İkinci dinamik, metal sektörünün debelendiği krizle alakalı. Krizin yükünü hafifletmek maksadıyla ucuz ihracata abanan metal patronları, işçilere tam anlamıyla kölelik şartları dayatıyorlar. Dört dörtlük bir kışkırtma! Fakat aynı patronların servetlerini kaçıracak denli özgüvenini yitirmiş bir sınıfın temsilcileri olduğu akılda tutulursa, hemen polisiye tedbirlere ve hükümet erkine başvuracakları, ekonomik temelli bu kavgayı, hızla politik bir mecraya taşımak zorunda kalacakları aşikardır.
Proletarya pek çok kez olduğu gibi, kendi varlık sınırlarının dar koşullarını temel alarak sahaya iniyor. Ama eğer sendikal ihanet batağını aşabilirse, kavga için çıktığı arena, eski arena değil, mayınlarla dolu sınır hattı. Ve devrimin eski dar kalıplarından kurtulup yeniyi arayan milyonlar, ihtiyaç duydukları söz ve eylemin gerçek içeriğini, proletaryanın eylemlerine yüklemekte hiç sakınca görmeyecek. Tıpkı ‘91 Büyük Madenci Yürüyüşünde olduğu gibi, toplumun ezici bir kesimi proletaryanın eyleminde kendi sesini aciliyet kazanan özlemlerini ve sonuna kadar gitmeye yetenekli bir sınıfın öncülüğünü bulacaklar.
Sınıfın öncüleri, proleter devrimciler, işçilerin bağımsız eylemlerinin yarattığı etkiyle, devrimin yüksek ve karmaşık görevlerine, herkesin kolayca kavrayabileceği denli yalın bir programla çözümler sunmaya hazırdır. Leninistler, devrimin sancılı dönüşüm sürecine hız kazandıracaktır. Yeter ki, kendileri dönüşümün ihtiyaç duyduğu hıza, kıvraklığa, özgüvene, günlük bir alışkanlık düzeyine gelinceye dek sahip çıkabilsinler.
Umut Çakır