Bir süredir sürüp giden erken seçim tartışmaları sonuçlandı. Siyasal yönetememe krizinin, güvensizliğin, ekonomik krizin pençesinde olan dinci-faşist iktidar, devrim ile karşı-devrim arasında gittikçe kutuplaşan topraklarda erken seçim ile kendini güvene almaya çalışıyor.
Faşizmin kemik partilerinden MHP başkanının çıkıp “bu ülke 2019'a kadar bekleyemez” demesinin aslında yatan neden, dinci-faşizmin seçimleri kaybedip iktidarını yitireceği korkularından değil, tam tersine toplumsal bir devrimin, ayaklanmanın maddi koşullarının bu topraklarda olgunlaştığını biliyor olmalarından ötürüdür. Dinci-faşizmin etrafında toplanmış tüm bu karşı-devrimci güçler erken seçim açıklamasına hiç şaşırmadılar, hatta buna hazırlıklı olduklarını bile söylediler. Anlaşılan ayaklanma ve faşizmin yıkılabileceği korkusu onları da bu seçimleri yapmaya itiyor.
Peki erken seçime gidilen bu atmosferde toplumsal koşullar, politik atmosfer ne durumda? Ekonomik krizin bir bütün olarak işçi, emekçileri vurduğu Türkiye'de son birkaç ay içinde borç, açlık, işsizlikten kendini ateşe veren, intihar eden işçilerin, gençlerin sayısı artmış durumda. Dinci-faşizme bir biçimiyle destek olan kitlenin içinde geçinemeyen, açlıkla yüz yüze olan binlerce insan var. Yoksullar kendi tepkilerini bireysel eylemlerle, kendini ateşe vermelerle ortaya koyuyor.
Şimdilik emekçi sınıfların, işçilerin bu tepkileri bireysel, dağınık, örgütsüz olabilir. Fakat siyasal, ekonomik ve sosyal koşullar gittikçe örgütlü hale gelebilecek ve yaygınlaşacak bir toplumsal hareketi, devrimci yığın hareketini beslemeye devam ediyor. Sermayenin hizmetkarlarının korkuları boşuna değil, açlık orduları şimdilik kendi köşelerinde sessizce, gelecek günleri konuşmaya ve nihai bir çatışmaya hazırlanmaya başlamış durumda.
Emekçilerin, işçilerin, gençlerin apolitik, ilgisiz, umursamaz olduğunu düşünmek bu koşullar altında büyük bir hata olur, tam tersine yarın gelişebilecek bir sokak hareketinde bugün ilgisiz veya apolitik diye düşündüğümüz insanların yeri geldiğinde sokakları yakabileceğini unutmamalıyız.
Dinci-faşizm bu gerçeği gördüğü için seçimler dışında kendi sivil-faşist güçlerini yetiştiriyor, onları konumlandırıyor. İşçi, emekçilerde, gençlerde seçimlere yönelik güvensizlik, seçimleri boykot etme eğilimini de görebiliyoruz. Seçimlere gidilirken dinci-faşizm bundan sonrasının da sokaklarda çözümleneceğini, sokağı örgütleyenin savaşı kazanacağını biliyor. Dinci-faşist iktidar bir taraftan erken seçimi hazırlarken her anlamda emperyalizme bağımlı olan Türk tekelci sermaye sınıfı emperyalist güçlerin Suriye'ye yönelik saldırısını da destekledi.
İçerde bunlar olurken emperyalistlerin savaşı kendi lehlerine çevirmek için Suriye'ye saldırması sonucu daha da büyüyebilecek deneme talimleri gerçekleştirildi. ABD önderliğindeki emperyalist güçler yitip giden hegemonyalarını ve dinci-faşist tosuncukların kaybetmesini hazmedemedikleri için Suriye'ye saldıran emperyalist güçler savaşın genişleme riskini gördükleri için saldırıları sürdüremediler.
Emperyalist-kapitalist dünyada devletler arası konumlanma ve ittifak kurma gittikçe yaygınlaşıyor. Suriye'ye saldırılar şu an için durmuş olabilir, ama böyle bir çatışmanın yeniden alevlenmesi devletler arası yıkıcı bir savaşa kadar gidebilir. Fakat emperyalist-kapitalist sistemin ağababaları bu savaşı göze almasına rağmen savaşın sonucunda kazanıp kazanamayacaklarından emin değiller.
İşte hem küresel çapta hem de içerde süren bu ekonomik, siyasal kriz, gittikçe derinleşen çatışma ve artan savaş riski dünya genelinde proletaryanın ve emekçi sınıfların önüne ya kapitalizme son verip yeni bir dünyayı kurma ya da dünyanın yok oluşunu izleme ikilemini çıkartıyor.
Yaşadığımız coğrafyalarda emekçilerin, işçilerin bağrından kopabilecek, toplumu bir bütün olarak sarsabilecek ayaklanmanın koşulları olgunlaşmış durumda. Üniversitelerin ya da öğrenci gençliğin faşistlerin tarafında olmayan kesimleri bugün aktif mücadelenin içerisinde olmayabilir. Fakat hiç de politik olmadığını düşündüğümüz bu kesimler, bugün olayları kendince takip ediyor, anlamlandırmaya çalışıyor. Bu gençlik kitlesinin büyük çoğunluğunu yarın greve çıkacak işçilerin, sokakları hareketlendirecek emekçilerin çocukları.
Böylesi bir toplumsal hareket ortaya çıktığında bu genç insanların bizlerle birlikte omuz omuza dövüşeceklerinden kuşkumuz olmasın. Şimdiden o insanları bulup, onlara siyasal ajitasyon ve siyasal propagandalar yapmalıyız. Görüşlerimizi gençlik içinde durmadan anlatmalıyız. Gençler hemen mücadeleye katılmıyor diye onları örgütleme faaliyetinden hemen vazgeçmemeliyiz. Yarın bir gün sokaklar hareketlendiğinde gençlik kitleleri içinde yürüttüğümüz bu siyasal çalışmaların sonucunu fazlasıyla alacağız.
Gençlerin hemen bizden olmasını beklemeden, ortak siyasal talepler ve çıkarlar için mücadele etmeye ikna edebiliriz. Şimdi nasıl ki sosyo-ekonomik koşullar kapitalist toplumun altını bir köstebek gibi kazıyor ve toplumsal devrimin yolunu açıyorsa, gençlik de aynı şekilde sessizce devrim saflarına kayıyor.
Kapitalizmin mezar kazıcısı işçi sınıfının iktidarı ele geçirmek üzere harekete geçeceği güne kadar bizler de bulunduğumuz alanlarda köstebek misali kazmaya devam edelim.
Umut Güneş