26 Kasım 2016 sabahı Küba’dayken biricik babam aradı. “Yavrucuğum başın sağ olsun, üzüldüm, ben böyle üzüldüysem sen ne haldesindir kim bilir diye sana da üzüldüm” dedi. Camii bahçesindeymiş beni aradığında, ikindi namazından çıkmış. Dua ettiğini söyledi Fidel için, beni teselli etmekle hayranlığını göstermek arasında sözleri oldu. “Ama çok güzel yaşadı be kızım, öyle değil mi?” diye. “Öyle”, diyebildim sadece.
Fidel’in nesini seviyorsun diye sorsa biri binlerce şey sayabilirim. Ama bunların hiçbiri hayranlığımı ifade etmeye yetmez, çoğu birçok güzel insanda gördüğümüz şeyler çünkü. Özverisi, içtenliği, aklı, disiplini, yüksek bilinci gibi… Bugüne kadar kimsede görmediğim yanı ise her düşünceden insanın saygısını kazanmış olması. Doğduğu topraklardan binlerce kilometre ötede, Türkiye’de hacı bir babanın kızıyla sohbetlerinde yer bulur kendine Fidel. Bu da bir şey mi, milyarlarca insanın en az bir kez girmiştir hayatına bir şekilde. Çin’de bir gazetecinin fotoğrafına girmiştir mesela, Rusya’da bir baletin seyircilerinin arasına, Angola’da bir çocuğun rüyasına, ABD’de bir suikastçının kâbuslarına…
Yüzölçümü Konya’nın iki katı büyüklüğündeki Küba’yı tüm dünya halklarına ışık tutan bir ülke haline getirmekten daha azı beklenemezdi zaten Fidel’den.
Kumandan Fidel, Moncada Kışlası Baskını’ndan sonra sanık olarak çıkarıldığı mahkemede “Tarih beni beraat ettirecektir” dediğinde, bunu kendi gözleriyle göreceğini de düşünmüş müdür acaba?
Birine hayran olunca hakkındaki bilgileri öğrendiğinizde canlandırmak istersiniz ya kafanızda, benim kafamda da hep bu sahne vardır. Mahkemedeki o ünlü savunması… “Halkı bu kadar sefaletten ancak ölüm kurtarabilir ve hükümet de zaten bu ölüm için elinden geleni yapıyor! Yılda yüz binlerce çocuk ayak tırnaklarından giren parazitlerle ölüyorlar ve insanlar buna duyarsız kalıyorlar. Bakımsız dişleri ve umutsuz gelecekleri ile dinledikleri binlerce nutuğa rağmen sefalet içinde yüzen bu insanların çoğu, Mayıs’tan Aralık’a kadar işsiz geziyorlar. Biri hırsızlık yaptığında kendisine işi olup olmadığını sormuyorsunuz ve cezasını çekiyor. Ama depolarını yakarak sigorta şirketlerinden milyonlar kazanan büyük işadamlarının avukatları olduğu için onlara bir şey olmuyor. Sonra bir bürokrat milyonerliğe terfi ettiğinde, zengin kulüplerine ve kardeşlik masalarına katılıp yılbaşını bu kesimle kutlama şansına erişiyor. Milletin geleceği, karşılaştıkları problemlerin çözümü, küçük bir kesimin egoist çıkarlarının soğuk çıkar hesaplarını bekleyemez. Aynen Jose Marti’nin dediği gibi, benim rüya gördüğümü iddia edenlere vereceğim yanıt şudur: Gerçek bir insan, hangi tarafta yaşamın daha iyi olduğuna bakmaz, ödevlerin ve sorumlulukların hangi tarafta yattığına bakar.
Öldürülen yoldaşlarımız için intikam alınmasını istemiyorum. Çünkü onların yaşamlarına paha biçilemez. Onları öldürenlerin hepsini toplasanız, tek birinin yaşamı etmez. Aslında benim yoldaşlarım ne öldüler ne de unutuldular. Onlar bugün yaşıyorlar, hatta her zamankinden daha çok yaşıyorlar ve onların katilleri dehşet içinde ölü vücutlarından fışkıran zafer ruhunu ve fikirlerini seyrediyorlar.
Sonra bu vatanın bir evladı, var olan yasalara ve sosyal müdafaa kanunlarına bakarak bütün maddeleri sıraladı ve Batista’nın ve 17 suç ortağının 108 yıl cezaya çarptırılmasını bu yasalara göre açıkça hak ettiğini vurgulayarak cezalandırılmalarını talep etti. Aylar ve günler geçti, hiçbir şey olmadı! Suçlanan General, Cumhuriyet’in bir yerinden öbürüne bir senyör veya saygıdeğer generaller gibi yürüdü ve istediği gibi yargıçları görevlerinden aldı veya yerlerine başkalarını görevlendirdi. Burada benim esas suçlandığım konu şu oluyor: İllegal bir rejimi düşürüp, yerine anayasal gerçek cumhuriyeti tesis etmekle suçlanıyorum! Onlar tanklar ve askerleri kullanıp Başkanlık Sarayı’nı, Hazine Binası’nı ve diğer resmi binaları, silahlarını halka doğrultarak ele geçirdiler ve iktidar oldular. Nazilerden hiçbir farkları yoktu.
Kabul ediyorum ki, bir devrim yasal bir hak getirebilir ama 10 Mart gecesi yaşananlar hiçbir şekilde bir devrim sayılamaz. Bir önceki rejim kirli politikalardan, hırsızlıktan, insan yaşamına saygısızlıktan suçlu ise, bugünkü rejim bu suçları beş kere, on kere, yüz kere çoğaltmayı başardı!” (Fidel Castro’nun savunma metninden, 16 Ekim 1953)
Daima 26!
1926 yılında dünyaya gelen, 26 Temmuz Hareketi’ni kurduğunda 26 yaşında olan Fidel’in hayatında birçok kez karşılaştığı bu sayı, bir halkın kapitalizme karşı tüm tavrını açıklayan bir slogan halini aldı artık. 26 Temmuz Hareketi’nin nihai hedefini sembolleştiren bu slogan Küba’nın o ünlü Devrim Meydanı’nda milyonların tüm güzelliğiyle yankılanıyor.
Pedro de la Hoz’un 25 Kasım günü Granma’da yayınlanan yazısı da her şeyi benden çok ama çok daha iyi ifade ediyor. Buyurun…
“…Karanlık Geceyi Aydınlatan, Bir Aşk Darbesi Gibi
Bolivya’da Evo Morales’in değişim sürecine saldıran asker ve oligarklar karşısında öfkeden patlar; Şili’de Salvador Allende döneminde kuzeyden güneye inen neo-liberal diktalara meydan okuyan halk hareketini günü gününe takip ederdi. Sevgili arkadaşı Hugo Chavez’in verdiği ilhamla Venezuela’da Nicolas Maduro’nun liderliğinde emperyalist arzulara ve hizmetçilerine boyun eğmemek için halkın çok büyük çoğunluğunun sergilediği dik duruşu paylaşırdı. Takımadalarımız boyunca bakanlarıyla birlikte köyleri ve toplulukları dolaşır; sokakta insanlarla konuşur; talep ve ihtiyaçlarını ilk elden öğrenir; en adil ve doğru olanı bulana kadar her öneriyi tartışır ve küçük büyük, önemli önemsiz demeden tüm sorunlara dikkatini verirdi. Emperyalin bize karşı dizginsiz ve acımasız boğma arzusundaki yükselişine karşı direnişe ve halkının galibiyet isteğine önderlik ederdi. Ocak Zaferi’nin 60. yılı anmasında General Raul Castro’nun Santiago de Cuba’daki konuşmasında dediği gibi; ‘Zaferin 60. yılında şunu söyleyebiliriz ki, korkudan kurtulduk, güç ve tehdit söylemleri bizi sindiremiyor. Devrimci süreç henüz kurulmadan önce bizi sindiremedikleri gibi, şimdi halkın birliği yıkılmaz bir geçeklik olmuşken bunu asla başaramayacaklar; çünkü dün birkaç kişiyken bugün Devrimini savunan koca bir halkız.’ Fidel yaşamaya devam ediyor. Kimsenin bundan şüphesi yok. Devrimci sürecin devam ediyor oluşunda, sürekli ve durdurulamayan yenilemede, kendini gösteren yeni inisiyatiflerde, en asil amaçlar ile değişmeyen dayanışmada, sosyalizmi gerçek yapmak için yorulmak bilmeyen çalışmalarda Fidel yaşamaya devam ediyor. Eğer Fidel’e sadık kalmak istiyorsak, onun insan gelişimine ve toplumsal adalete olan boyun eğmez adanmışlığını devam ettirmek zorundayız. Erken yaşta Biran’da büyürken gördüğü eşitsizliklere tepki gösteren çocukta; Moncada Baskını’nın ardından yargılanırken savunmasını, sömürünün korkunç sonuçları ve mülksüzleştirilmiş kişilerin muzdarip olduğu fırsat eksikliğine dair tartışma götürmez argümanlar üzerine kuran asi gençte, diktayı yıktıktan hemen sonra Tarım Reformunu yapan ve köylüleri başkentte var eden muzaffer liderde ve Domuzlar Körfezi Çıkarması’nın arifesinde ‘Sıradan insanların, sıradan insanlar için yaptığı sıradan insanların Devrimini’ savunma çağrısını yapan Baş Kumandan’da kendimizi görmeliyiz. Fidel’i bilincimizde ve gönlümüzde yaşatmaya devam etmeliyiz çünkü şairin de dediği gibi, Fidel’de vücut bulan, ‘karanlık geceyi aydınlatan ateş, korkuya karşı bir aşk darbesi gibi’ mücadeledir.”
Zeynep TÜRKMEN
26 Kasım 2019