Evleri basıyorlar kaygıyla,
Arıyorlar helaları
Onlara tüm kitapları yaktıran
Gene kaygı
Anlayacağınız,
Sadece yönetilenleri değil
yönetenleri de yöneten:
Korku...”
B.Brecht
Egemen sınıfın baskı ve zor aracı olan devlet çökmekte. Faşist devlet ve dinci-gerici iktidar, egemenliklerinin sarsılmasını istemediği için “kendinden olmayan her kesime” azgınca saldırmaya devam ediyor. Gözaltılar, ev baskınları, genç insanları kaçırıp ajanlık teklif etmeleri devrimci- demokrat kurumların kapatılması, zindandaki devrimcilere tek tip kıyafet uygulamaları, tutuklamalar... daha sayamayacağımız bir çok örnek bu durumu net olarak belli ediyor. Yıkılıp gitmekte olan sermaye sınıfının korkusu çok açık: Devrimci durumun bütün dünyada olgunlaşması... Bu yüzden emperyalist- kapitalist sistemin işçi sınıfına ve emekçi sınıflara saldırısı bu kadar pervasızlaşmıştır.
Şüphesiz ki, bu saldırılardan en çok nasibini alan kesimlerden biri de “devrimin motor gücü” olarak tabir edilen gençlik. Gençliğin bu emperyalist-kapitalist sisteme karşı öfkesi had safhada. Gençlik emperyalist-kapitalist sisteme karşı neden öfkeli sorusunu şu şekilde açıklayabiliriz:
Dinci-gerici iktidar bilimsel eğitimi reddediyor; sorgulamayan, düşünmeyen, dinci bir nesil yaratmak istiyor…
Üniversiteden mezun olan genç insanlar işsizlikle karşı karşıya. Atanamayan yüzlerce, binlerce insan mevcut. Atanamayan genç insanlar intihar ediyor…
Verilere göre çoğunlukla kadınlar olmak üzere gençlerin yaklaşık yüzde 35'i ne iş gücüne katılıyor, ne de okula devam ediyor…
Devam edelim verilere.
Genç işsizlik oranı yüzde 20; çalışan gençlerin ise neredeyse yarısı (yüzde 48'i) kayıt dışı sektörde çalışıyor.
Tüm bu verilerden de anlaşıldığı gibi gençlik geleceksizlikle karşı karşıya.
Tüm bu sorunlardan dolayı gençlik, yaşamını ve hayatını var etmek için kapitalist düzeni alaşağı etmek için mücadele ediyor! Gençlik özgürlüklerini alabilmek için bu asalak düzene karşı kavga ediyor! Gençlik, gerçek adaletin ve özgürlüğün devrim sorunu olduğunu biliyor ve sosyalizmi kurmak için mücadele ediyor!
Gençliğin dinamizmini yok etmek isteyen, devrim mücadelesini engellemek isteyen faşist devlet, gençleri mücadeleden geri düşürmek için her türlü yola başvuruyor. Gerek gözaltına alarak, tutuklayarak, dava açarak, gerekse de aileleri çikolata ve şekerlerle ziyaret edip “kızınız, oğlunuz terör örgütleriyle hareket ediyor, eylemlere katılıyorlar, çocuklarınızın başlarına yakın zamanda bir şeyler gelebilir, biz onların her adımını takip ediyoruz” vs. diyerek aile baskı altında tutmaya çalışıyorlar.
Örnek vermek gerekirse, KHK'larla işten atılan eğitim emekçileri olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça işlerine geri dönmek için, bedenlerini açlığa yatırdılar. Açlık grevine giren bu insanlar ile dayanışmak için eyleme katılan ve eylemde gözaltına alınan DÖB'lü bir öğrenciye de dava açıldı; bununla kalmayıp ailelerinin yanına gidip “çocuğunuz eylemlere katılıyor, onları takip ediyoruz, her şeyi biliyoruz” gibi cümleler sarf ediyorlar. Aileleri arayarak tehdit ettikleri durumlar da oluyor.
Yani aile ve çocuklarını karşı karşıya getirerek, aileye bu durumu çarpıtılmış bir şekilde anlatarak, biz gençleri mücadeleden alıkoymak istiyorlar. Bugün, bunu yaparak genç devrimci insanları baskı altına alabileceklerini düşünüyorlar, devrimci gençlerin korkup sineceklerini düşünüyorlar, ama nafile. Aileye söyleyerek devrimci faaliyetimizi engelleyebileceklerini sanıyor ahmaklar!
Evet, biz devrimci gençlik, devrimci faaliyet yürütürken sık sık bu sorunlarla karşı karşıya gelebiliyoruz. Ailelerimizin bizi korumak istemeleri, başımıza bir şey gelmesini engellemek için bizi mücadeleden alıkoyma istemleri mutlaka olacaktır. Bu durumu Engels bile yaşamıştır. Engels, babasının fabrikasında işçilerin çalıştığı zor koşulları gördükçe işçi sınıfının durumunu incelemeye başlamış, işçi sınıfı ile burjuva sınıfı arasındaki eşitsizliğe sebep olan şeyin sebebini sorgulamaktan kendisini alamamış ve işçi sınıfının yoksul, sefalet yaşamını kendi gözleriyle görmüş ve fabrikatör babası ile çelişkiye düşerek kavgaya başlamıştır.
Aileler aracılığıyla devrimci faaliyetini engellemek istemeleri, seni baskı altında tutmak istemeleri zorlu bir süreç. Ama en temelde bence şu soruyu hepimiz kendimize sormalıyız: Biz neden yaşıyoruz ve nasıl yaşamak istiyoruz?
Bu soruyu cevap verdiğimizde yaşamımız da ona göre şekillenecektir. Bizler onurlu bir yaşam istiyoruz! Bizler, insanın insan tarafından her türlü sömürülme olanağının ortadan kalktığı bir yaşam istiyoruz! Biz devrimci gençlik olarak şunu biliyoruz: Bu düzen bize açlıktan, yoksulluktan başka hiçbir şey vaadetmiyor.
Bizler Lenin yoldaşın da dediği gibi paranın egemen olduğu bir toplumda emekçilerin yoksulluk içinde kıvrandığı, bir avuç zenginin de onların sırtından asalaklık ettiği bir toplumda gerçek bir özgürlük olamayacağını da biliyoruz. Eğer bizler özgürlüklerimize kavuşmak istiyorsak bu kapitalist düzeni yıkmalıyız. Önümüze ne engel gelirse gelsin onu aşmayı bilmeliyiz.
Önümüze çıkan engellere karşı iradeli olmalıyız, o engeli yıkmak için cesaretli, kararlı ve cüretkar olmalıyız. Ancak bu şekilde bu sorunları aşabiliriz. Bizler düşmanlarımızı alt etmek için her adımda devrimci eylemler atılmayı bilmeliyiz, bir urganın ucunda olduğumuz vakitte bile… Tıpkı Partizan Tanya gibi…
Nazım'ın dizlerinde şöyle ifade edilir Tanya'nın son anları:
“Nazlı, uzun boynuna ilmiği geçirdiler.
Bir subay, fotoğrafa meraklı,
bir subay, elinde makina: Kodak,
bir subay resim alacak.
Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğinin içinden
‘-Kardeşler, üzülmeyin.
Gün yiğitlik günüdür.
Soluk aldırmayın faşistlere,
yakın, yıkın, öldürün
Duyuyorum nal seslerini
Geliyor bizimkiler...'