96 Mayısında cezaevlerindeki birliği parçalamak, komünal yaşamı dağıtmak isteyen faşizmin gerici planlarıyla bir kez daha karşı karşıya kalmıştı devrimci tutsaklar. Eskişehir tabutluğunun açılması, tutsakların oraya kaçırılması ve yeni tutuklananların da bu hücre tipi tabutluğa götürülmesine, zindanlardaki devrimcilerden destek gecikmedi. Faşizmin saldırılarına karşı devrimci tutsaklar bedenlerini açlığa yatırdılar.
Kanla beslenen kapitalist sistem kana doymuyor; kapitalizmin çarkları arasından sızan kan işçilerin, emekçilerin, yoksul halkın kanıdır!
İngiltere’de yayınlanan The Guardian gazetesinde “Türkiye seçimleri 2018: bilmeniz gereken her şey” başlıklı bir yazı yayınlandı. Ve dün sosyal medyada epey konuşulan bir yazı oldu.
Seçim parodisi bitti; dinci-faşizmin başındaki adam 25 Haziran sabahında Ankara'da "zaferini" ilan ederken, bunun sahte bir zafer olduğunun bilincindeydi elbette; Osmanlı'dan devraldığı ayak oyunlarıyla ancak bu kadarını başarabilmişti.
İktidarlarını kaybetmemek için her yerde her şekilde saldırıyorlar; saldırmaya da devam edecekler, ta ki devrim tarafından sonsuza dek ezilip yok edilene kadar..! İşçi sınıfı ve emekçi halklarımızı parlamenter hayallerin peşine takanlar, saldırılar karşısında sessiz kalarak ya da sükunet çağrıları yaparak, saldıranların değirmenine su taşıyorlar. Oysa bugüne kadarki deneyimlerimiz bize bir şeyi fazlasıyla öğretmiş olmalıydı: Faşizm tek bir dilden anlar; örgütlü ve kitlesel şiddet. Faşizm saldırırken kuzu pozuna bürünmek, olsa olsa onları sizi çiğ çiğ yemek için cesaretlendirir; başka bir işe yaramaz. Sorun artık kaçınılmaz bir şekilde konmuştur: Ya kanlı kavgalı savaş ya yok oluş, ya devrim ya ölüm!