2012 Temmuz Devrimi'nden bu yana iktidarın Kürt halkında olduğu Rojava'nın Afrin Kantonu'na yönelik ilhakçı devletin binlerce asker ve çete ile başlattığı işgal hareketi birinci ayını doldurdu.
Kapitalist dünya kriz içinde. Devrimci bunalım derinleşiyor. Ticaret savaşları kızışıyor. Bloklar belirginleşiyor. Dünyanın dört bir yanında devam eden bölgesel çatışmalar ve vekalet savaşları büyük yıkım savaşlarına doğru yol alıyor.
İran’daki ayaklanma, tıpkı bizim Haziran Halk Ayaklanması gibi, kimsenin beklemediği bir anda duru gökte çakan bir şimşek gibi, patlak verdi.
Devrimci dönemlerde sadece burjuvazi politik olarak dibe vurmaz. Küçük burjuvazi de onunla aynı kaderi paylaşır. Burjuva ideolojisiyle bağlarını tam olarak koparmayan ortalama sol'un bugün yaşadığı süreç tam olarak budur. Bu bağımlılık, ideolojik politik çıkışsızlığa dönüşmüştür. Bırakalım, emekçilerin önüne mücadeleyi daha ileri noktalara taşıyacak hedefler koymayı, tam tersine, iç karartıcı ve bunalım kokan sayfalar dolusu yazılar yazıyorlar. Kimi "halkın suskunluğu"ndan, kimi de sözüm ona "halkın" "mitolojik değerleri"nin peşinde bir medetle bugünün çaresini dünde arıyor! Geleceğe ve gelecek için verilen kavgaya ne büyük vefasızlık!
Koşulların bir devrim için her zamankinden daha elverişli olduğu bugünkü dünya konjonktüründe leninist bir partinin dünyanın herhangi bir yerinde devrime önderlik etmesi, herhalde hiç kimse için “duru gökyüzünde çakan bir şimşek” olmayacaktır. İşin aslına bakarsanız sorulması gereken soru, bu derece elverişli koşullarda şu ana kadar nasıl olup da bunun başarılamamış olduğudur. Böyle bir soru sorulduğunda olası cevapların çokluğu ve çeşitliliği bizi şaşırtmamalıdır. Devrim sorununa pratik açıdan değil de teorik açıdan yaklaşanların bu konuda yazdıkları, söyledikleri, çizdiklerinin bıktırıcı kalabalığı bizi bugüne kadar bir adım bile öteye götürmemiştir; bundan sonra da götürecek değildir.