İşin şakaya gelir yanı yok. Her iki taraf da yoğun bir hazırlık içinde. Dün altını çizdiğimiz gibi, Rusya için sorun bir “varoluş sorunu”. Bu yüzden de açıklamalarının tonu her geçen gün sertleşiyor, hazırlıklar hızlanıyor.
Putin, “Bazı ülkelerde çirkin bir alışkanlık filizlendi: her konuda Rusya'ya 'sarmak'. Bu bir spor halini aldı. Uluslararası toplumun tüm üyeleriyle gerçekten iyi ilişkilere sahip olmak istiyoruz. Ancak birileri bu iyi niyeti zayıflık olarak algılarsa, Rusya'nın buna cevabı asimetrik, hızlı ve sert olacak. ... Rusya'ya karşı herhangi bir kışkırtıcı eylem düzenleyenler, uzun süredir hiçbir şeyden pişman olmadıkları kadar pişman olacaklar.” (abç) diye emperyalistleri uyarıyordu bugün Federal Meclis’te.
Bu tehditlerin boş olmadığını göstermek istercesine sergilenen askeri kapasiteler, sıklaşan tatbikatlar, nükleer silah envanterinin ve balistik füzelerin modernizasyonu ve tabii özellikle “hava mayınlama” projeleri başta olmak üzere hava savunma ve saldırı sistemlerinin caydırıcı gücü...
ABD gemilerinin Karadeniz’e geçeceği açıklandığında, Ruslar, “Kırım’dan uzak durun” diye çıkışıp Azak Denizi’ndeki Ukrayna limanlarını adeta ablukaya aldılar. Sık sık üst perdeden konuşan NATO, gemi trafiğine izin verilmesini talep eder hale geldi; ABD, gemilerini Karadeniz’e göndermekten vazgeçti.
Kamuoyuna pek konuşmayan Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Patruşev üst üste sert açıklamalar yaptı. ABD’yi dolaylı olarak Kırım'da terörü desteklemekle suçladı, ardından Kiev’e sopa salladı: “Washington'un desteğiyle Ukrayna, güç kullanarak Kırım topraklarını kontrol altına alma planları konusundaki açıklamalarını giderek sıklaştırıyor. Ukrayna'nın yeni askeri güvenlik stratejisi, Rusya Federasyonu'nu doğrudan askeri bir düşman olarak tanımlıyor. Çatışmaları başlatma nedeni, Ukrayna'nın ABD'nin desteğiyle organize edeceği, kendi askerlerinin öleceği ve askeri araçların imha edileceği provokasyonlar olabilir.”
Washington gemi göndermekten vazgeçince, “Majestelerinin Hükümeti” derhal topa girdi ve Londra'nın Mayıs ayında Karadeniz'e iki savaş gemisi göndereceğini açıkladı. Federasyon Konseyi üyesi Aleksey Puşkov, “Britanyalıların büyük kısmı, önceki askeri müdahalelerin birçok can ve para kaybına mal olduğunu hatırlıyor. Bu yüzden Johnson'un, 'Ukrayna'ya destek amacıyla' Karadeniz'e iki savaş gemisini göndermeyerek tasarruf etmesi daha iyi olur” ifadeleriyle alaylı bir uyarı gönderdi.
Görüldüğü gibi emperyalistler ve NATO açıklama yapıp adım attıkça, Rusya alabildiğine sert karşılıklar veriyor. Ve tam böylesi bir ortamda, Türkiye, diğer pek çok ülkeden daha fazla müdahil oluyor olaya. O kadar ki, Lavrov ta Mısır’dan “silah satmayın” diye uyarıyor; Rus basını, Zelensky-Erdoğan görüşmesi sonrası RTE’nin “barış” söylemine “Barış için silahlar” alaylı manşetleriyle karşılık veriyor! (Zira Türkiye, Kiev’e 48 adet SİHA satmış, askeri personelini oraya göndermiş durumda.) Hatta Zelensky ile ortak açıklama metninde “Kırım’ın işgalden kurtarılması” (yani Rusya’dan geri alınması!!) için her tür dayanışmanın gösterileceği dile getiriliyor! Dinci faşist iktidarın resmen savaş ilan etmediği kaldı bir tek!
Kimilerine göre bu batağa böylesine dalmasının nedeni “Biden’ın hala Erdoğan’ı aramaması karşısında ‘bakın ben işinize çok yararım’ mesajı vermesi”; kimilerine göre “Halkbank davasının yarattığı baskı”; kimileri için ise “yeni-Osmanlıcı hayaller”... Hangi kesimden gelirse gelsin, bu değerlendirmeler “bireyin rolü”nü neredeyse temel belirleyen olarak görüyor. Farkında olunsun ya da olunmasın, bu bakış çoğu zaman sistemin aklanmasına götürüyor.
Durumu sadece RTE ve onun “köşeye sıkışmışlığı” üzerinden açıklamaya çalışanlar, ne Türkiye’nin emperyalistlerle ilişkilerini anlıyorlar, ne de yakın tarihin gelişmelerini akılda tutuyorlar. Mesela aynı Türkiye’nin, yine aynı dinci faşist iktidar yönetiminde ve henüz dış politikada “muhteşem yalnızlık” çukuruna yuvarlanmamışken, 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya ve Abhazya’ya saldırısının en ateşli destekçisi olduğunu unutuyorlar. O dönem Gürcü ordusunu eğiten Türkiye idi. 45 milyon dolarlık askeri yardım yapmıştı. Ekipman ve teknik destek sunuyordu.
İşin aslı şudur. Birincisi, Türk tekelci kapitalizmi emperyalizmle çok yönlü bağımlılık ilişkisi içindedir. Türkiye bu anlamda “Batı ittifakının” bir parçasıdır. Değil “tek adam rejimi”, bütün burjuva partiler bir araya gelse, kapitalist temel duruyorken “eksen değiştiremezler”. İkincisi, TSK bir NATO ordusudur. Bu iki temel nokta, Türk devletinin hemen tüm hareket ve manevralarının ana çerçevesidir. Uluslararası dengelere göre içerisinde az veya çok hareket serbestisi kazandığı gözenekler mevcuttur. Duruma göre bu gözenekler genişler veya daralır. Ama bu çerçevenin dışına taşamaz.
Her burjuva rejim gibi dinci faşizmin de “kendi hırsları” var. Fakat, onun temel misyonu, bu bölgede NATO’nun mızrak ucu olarak görev yapmak. Coğrafi konumuna uygun olarak NATO’nun Rusya karşıtı konumlanışına göre hareket ediyor Türkiye. Ve kuşkusuz bu “genel çıkarlarla” uyumlu kendi çıkarlarının hesabını yaparak “toprak kazanma” amacı güdüyor.
Türkiye’nin Rusya’ya karşı bir savaşı kışkırtması yeni değil. Ukrayna’dan önce Gürcistan’da bunu yaptı. Karabağ’da bunun yaptı. Suriye’de Rus savaş uçağını düşürmesi bir başka örnektir. “Türki cumhuriyetler” bölgesi, çeyrek asırdır karıştırıp durduğu bir bölgedir. Bugün FETÖ deyip durdukları şebeke, CIA operasyonlarının bölgedeki en önemli aparatıydı ve faşist devlet (buna dinci faşist iktidar da dahil) tüm bu yıllar boyunca bu şebekeyi, “Hizmet Hareketi” diyerek aktif bir şekilde destekledi, korudu, kolladı. Gerçekten de “hizmet hareketiydi”; emperyalistlerin ayak işi hizmetlerini gören bir “hareket”.
Dinci faşist iktidar ve faşist devlet, ABD-AB emperyalizminin NATO vasıtasıyla yaptığı planların bir parçası olarak hareket etmektedir. Bu planlamada İngiltere özellikle öne çıkıyor. Savunma Bakanı Akar’ın son Londra ziyareti, hemen öncesinde Zelensky’nin benzer yollardan geçmiş olması, Akar’ın açıklanan resmi programında dikkat çekici “boşluklar”... tüm hepsi, MI6 (İngiliz dış istihbaratı) marifetiyle yoğun planlamalar yapıldığı şeklinde değerlendiriliyor Rus basınında. Londra’nın gölgesi Karabağ savaşına da, Libya kapışmasına da düşüyor Türkiye aracılığıyla.
Gelişmelerden açıkça görülüyor ki, Ankara’nın (özellikle TSK’nın) yönlendirilmesi, NATO planları dahilinde Anglo-Sakson merkezlerden yapılıyor. RTE birilerine yaranmak aşkıyla bu adımları atmıyor. Yukarıda işaret ettiğimiz çerçeve, ana eksen, dinci faşizmi böyle hareket etmeye sevk ettiği için atılıyor bu adımlar.
İşler henüz bir savaşa evrilmedi. NATO’nun sıkıştırma hamlelerine Rusya'nın verdiği sert ve ödünsüz karşılıklar, emperyalist cephede bir duraksama ve temkinlilik yaratmış gibi görünüyor. Ama işin tam da bu noktasında, Kiev rejiminin tamamen iflas etmişliği, ayakta duramıyor oluşu, onu bir “maceraya” zorluyor. Benzer dinamikler Karadeniz’in bu yakasında, Ankara’da da mevcut.
Koşullar, Kiev-Ankara ortaklığını, NATO planlarını aşan, onu zorlayan; savaşa sürükleyen provokasyonlar yaratmaya sevk edebilir. Emperyalistler şimdilik yoğun baskı aşamasından ileri gitmeye karar verememiş görünürken, bu müflis ikilinin sahada yaratacağı provokasyonlar, bölgeyi bir anda cehenneme çevirmeye yetebilir.
Bölge ülkeleri işçi ve emekçileri bu savaş kışkırtıcısı rejimleri alaşağı etmediği sürece, er ya da geç, tüm bölgeyi (ve hatta dünyayı) yıkıma sürükleyecek savaşın ateşi mutlaka çakacaktır. Barış umudu, kapitalist rejimleri yıkacak olan proleter hareketlerin zaferlerine bağlıdır.