Faşizmin Saldırganlığı Güçsüzlüğündendir!
Emperyalist kapitalizmin ekonomik ve politik krizi, Türkiye gibi ülkeleri doğrudan etkiliyor. Bunun sonuçları hemen hemen her alanda kendini gösteriyor. TC rejimi AKP’li yıllarda tarihinin en büyük dış borcu sarmalında, ekonomik olarak iflas etmiş ve her zamankinden daha fazla olarak uluslararası mali sermayeye bağımlı hale gelmiş bulunuyor. Ortaya çıkan bütçe açığı, yeni zam ve vergilerle giderilmeye çalışılıp halkın daha da yoksullaşmasıyla sonuçlanırken, gelinen aşamada 7 milyona ulaşan genç işsizlik sayısı ve yüzde 60’ı yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfus, açlık ve borç batağında artık toplu intiharları seçiyor. Kısacası tam bir çöküş hali söz konusudur.
Emperyalistler arasında artan çelişkilerin sonucu olarak Türkiye’nin bulunduğu bölgede yaşanan askeri müdahaleler, vekalet savaşları doğrudan doğruya TC rejimini etkiliyor ve rejimin sözcüleri sürekli “beka meselesi”nden bahsediyor. Emperyalistler arası yaşanan dalaşın Suriye iç savaşında daha net olarak görünür olduğu bir gerçektir. TC rejimi başlangıçta ABD emperyalizminin bölgedeki jandarması olarak savaşta rol aldı. Kendi örgütlediği cihatçı çeteleri Suriye rejiminin üstüne saldı. Ne var ki, emperyalistler arası değişen dengeler, Rusya’nın bölgeye müdahalesi, özellikle Kürt halkı başta olmak üzere, bölge halkının Kobane direnişi gibi tarihsel direnişleri hesapları altüst etmiştir.
Süreç içinde TC rejimi ABD ile Rusya arasında yaşanan çelişkilerden yararlanma siyaseti içine girmiş, çeşitli pazarlıklarla hem ABD hem de Rus emperyalistlerinden kendi çıkarına tavizler koparmaya çalışmıştır. Bunda belli oranda başarılı olduğu da söylenebilir. Ancak tekrar etmek gerekir ki; bu gibi başarılar emperyalistlere daha fazla bağımlılığın ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.
TC rejimi başlangıçta hedefe koyduğu Esad rejiminin yıkılamayacağını görünce, bu kez daha yakın ve acil tehlike olarak Suriye Kürtleri başta olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye’de Rojava Devrimi’ni gerçekleştirerek kendi öz yönetimlerini oluşturan çeşitli ulus, milliyet ve inançlardan halkın kazanımlarına yönelmiştir.
Faşist Türk devleti, bölgede istikrarsızlığın temel kaynaklarının başında gelmektedir. Genel politikası Kürt halkına ve Türkiye işçi sınıfına dönük topyekün savaş siyasetidir. Bulunduğu bütün alanlarda bu politika paralelinde Kürt halkının kazanımlarını yok etme siyaseti izlemektedir. Ülke içerisinde ve Irak Kürdistanı'nda gerillaya karşı kapsamlı askeri operasyonlar yürütülmektedir. Bu operasyonların amacı gerillayı tasfiye etmek, tasfiye edemediği noktada zayıflatmaktır.
Aynı zamanda Türkiye demokratik kamuoyu da faşizmin gözaltı ve tutuklama terörüyle hedef alınmaktadır. Faşizmin savaş politikalarına itiraz eden herkes, terörist ilan edilmektedir. Ülke içinde tam bir faşist abluka yaşanmaktadır. Kimi yorumcular yaşanan faşist abluka ve saldırıları 12 Eylül Askeri Faşist Cunta döneminden daha yoğun olarak değerlendirmektedir. Rejim sıkıştıkça hemen hemen her alanda kendi tarihsel rekorunu da kırmaktadır.
Faşist rejimin gücü asla hafife alınmamalıdır. Özellikle de binlerce yıllık bir sınıflı toplum ve “devlet geleneği” üzerinden yükseldiği hesap edilmelidir. Bu gelenek sayesindedir ki, faşizm kendisi için tehdit olarak gördüğü her gelişmeye sadece askeri olarak değil, bütün alanlarda saldırmakta ve politik olarak yön vermeye çalışmaktadır.
Rejimin tarihsel olarak biriktirdiği ve başarılı olduğu alanların başında, kendisine karşı savaşan, mücadele eden güçlere karşı, karşı-devrimci güçler örgütleyebilmesi gelmektedir. Sadece kendi askeri, polisi değil sivil unsurlardan oluşan ve genellikle adli suçlulardan oluşan çete örgütlenmeleri bunlar arasındadır. İttihatçılardan Kemalistlere ve son olarak İslamcı faşist R.T.Erdoğan rejimine kadar TC, bu güçleri başarıyla örgütlemiş ve sahaya sürmüştür.
Suriye rejimine yönelik ABD emperyalizmiyle ortak kotarılan ve “eğit-donat” programıyla sahaya sürülen selefi çete grupları ardından DAİŞ olarak başta Suriye Kürtleri olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye halkına yöneltilmiştir. Ne var ki direniş DAİŞ’i yenilgiye uğratmıştır. Ardından TC tarafından çeteler ve “terörizm” bahane edilerek ve elbette emperyalistler arasındaki çelişki ve pazarlıklardan da yararlanarak Efrin, Bab-Cerablus hattı işgal edilmiştir.
TC rejiminin çeteleri örgütlenmesi ve sahaya sürmesinin emperyalistlerle yürüttüğü pazarlıklardan bağımsız olmadığı ve atılan adımların buna uygun olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Son olarak İdlip’de cihatçı çetelere kalkan olma bu anlamıyla ABD emperyalizmiyle ortak iş tutma pratiği, beraberinde Suriye rejimi ve Rusya’nın bölgeye yönelik saldırılarıyla birlikte başka bir sürece evrilmektedir. Bu İslamcı çetelerin TC rejiminin kontrolü altında Ruslarla işbirliği içinde Libya ve Kuzey ve Doğu Suriye’de işgal edilen alanlara yerleştirilmesi gündemdedir. Bunun karşılığında TC’nin Rojava’da işgal ettiği alanlarda kalması ve ilhak etmesi söz konusu olabilir. Bu olasılık küçümsenmemelidir. Antakya’nın ilhakı, Kıbrıs’ın işgali yakın tarihli örneklerdir.
Yaşanan gelişmeler TC rejiminin içte yaşadığı kriz halini sınır dışında saldırgan ve provokatif bir siyaset izleyerek ötelemeye çalıştığını göstermektedir. Yayılma ve işgal siyaseti, belli bir konseptin ürünüdür. Ermenistan’a askeri müdahale planlarının basına sızdırılması, Doğu Akdeniz’de yaşanan gerginlik, Libya’da yaşananlar bunun son örneğini oluşturmaktadır. Önümüzdeki süreçte TC rejimi bütün imkan ve olanaklarını kullanarak, emperyalistler arasındaki çelişki ve rekabetten sonuna kadar yararlanma ve mülteciler gibi kimi sorunları şantaj aracı olarak kullanarak, işgal ettiği bölgelerde kalmaya çalışacağını ve giderek bu bölgeleri tartışmalı olarak ilhak etmeye yöneleceğini göstermektedir.